27 Şubat 2012 Pazartesi

Heraklietos, Sokrates ve Platon’dan sonra, Aristoles in gözden düşürdüğü eytişimi kullanan ilk düşünür, Fichte'nin öğretisinde düşünsel gelişim.....

Bu blog birincil derecede kent ve insan konularını gündeme almak için yayına girdi. Bugün sunduğum bu yazı bu konuda tartışmasız kent ve insan bağlamında birey açısından etkileyici olmakla birlikte, asıl nüfus hareketlerini göstermesiyle öne çıkıyor ve bir öykünün bu konuyu bu açıdan sunması, ayrıca önem kazandırıyor bu öyküye.

Kırk Yıl önceki Mustafa’nın Karesi ile Necati Mert.
1.
“Madem bakamayacaktın karınla çocuğuna, neden ayrıldın babanın bağından? Şehre taşınırken bana mı güvendin? Karanlıkodaya girdiğin bir hafta olmadan ‘ağbi para’ diyorsun.”

Böyle başlıyor kırk yıl önce yayımladığım öykü. Bu öyküde ne var? Necati Mert’in yazdığı bu öykü neyin üstüne kurulmuş?

Mustafa’nın Karesi adlı öykü toplumsal eytişimi, karanlık odadaki fotoğraf basımı sırasında geriye dönüşler ve zihinsel akış örgüsüyle, içsel monologlarla okura sunuyor. Nüfus hareketlerini, toplumsal ve bireysel evrilmenin ayak seslerini orada, o karanlıkodada, içsel monologlardan kopan yankılar olarak işitiyoruz.

Nüfus hareketlerini de kapsayan bu sesler aslında nereden geliyor? Bağ, bahçe işleriyle geçinen, yeni gündemi oluşturan kesimlerin, kentlere doğru ilerleyen ayak sesleri nerede?

Yazarın genç bir adam olarak portresine baktığımızda ne göreceğiz!
Onlar aslında genç bir beyinde yaşamın izlekleri olan yankılardır. Onlar yazıya dönüşecek ve bir öykü çıkacak karşımıza. Pırıltılı bir algı merceği ile yapılan gözlem ve okuma genç bellekte iz bırakır. Yankı dediğim şeyler bunlardır ve fakat kişiye göredir ve özneldir. Daha önceki yaşamsal gözlemin üstünde, yakınında kendisine yer açan bu kez bir de okuma var.

Bu ikilinin üstüne kurulmuş bir öykü olmakla birlikte, geleceği taşıyor olabilen yaşanmışlığı da soluğuna katan öyküdür Mustafa’nın Karesi. Mehmet Veysel yazısında söz ettim.

Bu üçlemeyi sanırım ilk kez ben deniyorum. Bir sanat yaratısında geleceği taşıyor olabilmenin yanısıra, istenç ve içtenlik... Sıradan rastlantısal değil, istençle yapılan okumanın ve gözlemin genç yazarda bıraktığı izlerdir o karanlıkodadaki yankılar bir bakıma.

Yaşam deneyiminde, geleceği taşıyor olabilmek! İşte bunda bireysel içtenlik ve istenç de aranır.

Neden? Şundan; içtenlik ve istenç birer yetidir, evet.
2
Birincil tekil kişinin anlatım tekniği ile gelişen Mustafa’nın Karesi bu kadar değil.

Şöyle; a)kendisi için bireylik yolunun taşlarını döşeyen “Mustafa’nın Karesi” adlı öykü kişisini, düşündürme (kuram) kurgusu, ve.. b) bu kişiyi, ileriye dönük mantıksal bir çizgi boylamında (kılgı) eyleme sokma.. c) bunu anlatıcı, yansıtıcı bir sanat ürünü olarak (kurgu) yapılandırma.. d) ve sağlam güvenilir bir anlatımla (dil, sözdizini) yazım.. g) ve bunu belli bir kesimin ortak tutum ve davranışı (eytişimci birlik) olarak kamuya sunma.. tümü bir yazar için kapsamlı bir arkaplan çalışması, birikimi de ister, bekler.

Çünkü geleceği, istençle ve içtenlikle taşıyor olabilmek buradadır.

Heraklietos, Sokrates ve Platon’dan sonra, Aristoles in gözden düşürdüğü eytişimi, ustaca kullanan ilk düşünür, öznel düşüncecilik okulu kurucusu Fichte’dir.
Onun öğretisinde; ‘eytişim, düşünsel gelişmenin biçimidir’ ve yine ona göre, ‘bilgi, karşıtlıkları aşarak oluşur.’ “Ben’im bireyliğimin kökü, ben’i başkasına bağlayan bağla belirlenmiştir”der. *

Mustafa’nın Karesi’ndeki kişi, baba ocağında bir anlamda tarım işçisi, ırgat konumunda yaşar. Nasıl olursa olur, kırsaldaki baba profili, kentteki işveren fotoğrafçı profili ile yer değiştir.

Olayı harçlık artırma isteyen oğul başlatır: “Baba sen daha iyi bilirsin. Daha iyi düşünürsün. Ama. Bak diyeyim sana.. hak vereceksin sen de. On beş lira yetmiyor baba. Beş liracık artırsan, demişti.”

Babanın ‘beş liracık’ artırmadığı harçlık olayı, grev ya lokavt öncesi işçi/işveren görüşmelerini çağrıştırır. Bu nirengi noktası üzerine ortaya çıkar uyuşmazlık. “Ulan dürzü; yiyecek benden, giyecek benden.. hem karına, hem sana, hem veledine... Yorulduğun yere saray mı yaptırayım.”

“Yok baba. Haşa! Hani Hasekilerin Rıdvan var ya.. /../ şehre inen.. fabrikaya yerleşen...”

“Defol öyleyse şehre. Ben fabrika değilim. Çok verip azdıramam. Geleneği bozamam.”
Mustafa’nın kente göçerek haftalıkçı işçi oluşunun resmidir bu. Fotoğrafçılık termini olarak kullanılan, bu resmin bir de arabı var.

Bu kez: “Şehre taşınırken bana mı güvendin,” sözleriyle, (düşünsel gelişimi tamamlayan) şöyle ki, onu başkasına bağlayan bağ, işverenin tavrı açığa çıkar.
Bu kadar dar bir alanda, rakip oyunculara top kaptırmadan koşmanın zorluğunu, diyalektik ve sarmal döngüde, nasıl aynı şeye bağlandığını Mustafa karanlıkodada, ilaçlı suda yüzen fotoğrafın arabına bakarken düşünmeye başlayacaktır.

“İyi ki de kovdun da geldim şehre,’ diyemedi. Yüreğindeki iki dünya karman çormandı. ‘Ne bağ ne şehir, ne baba ne patron,’dedi söndürdü ışığı.”

Karanlıkodada, önündeki fotoğrafın arabına dalıp giderken Mustafa, öykünün sonu gelir.

Öykünün belkide sonu değil, sadece ilk perdesi çekilmiştir. Sahne açıldığında, ikinci perdeyi hangi nesneler ve şeylerle şekillendirir... buna aradan geçen kırk yıl sonra Necati Mert yanıt verebilir.
(Sürecek)

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 27 Şubat 2012, Stockholm

(*) Aktaran, Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu

23 Şubat 2012 Perşembe

Mariland'da bir doğum günü partisi ve Ayla ve Ayla'nın Annesi ve Babası ve Ashley ve onun eşi Tommy Oliver ve balonlar... balonlar...

Bir ana öykü var bugünkü sunumda.

Sıra bugünün 'püf noktası'na geldi.

Ayla’nın Annesi ve Babası...

Her ikisinin ortak doğum günü partisi.

İşin ilginç yanına bakın ki Ayla'nın işi kolay.

Neden, diye sorabilirsiniz? Şundan!

Onlar ikisi de hemen aynı haftada doğmuşlar. Böylece ikisinin doğum günü birlikte kutlanacak.

İlkin Ayla ve annesi alış veriş için merkeze gittiler.

Değişik kentlerde zinciri olan büyük bir mağazaya uğradılar.

Bu mağazanın büyük bir sağlık ürünleri bölümü var.

Bu mağazada Ayla'nın annesinin elyapımı ürünleri var.

Bu sağlık ürünlerini meraklısı var.

O ürünlerin son durumlarına baktılar.

O büyük mağazadan balonlar alındı. Çiçek seçmeyi unutmadı Ayla...

Ayla, Annesine ve Babasına pasta aldı.

Hem çikolatalı hem elma turtalı pastalar.

Ayla aslında pasta falan onun yeğlediği tatlılar değil.

Ayla çikolatacı!

Fakat Annesi çikolatayı Ayla’ya sayı ile veriyor.

Çikolatanın zararlarını Ayla’ya anlatıyor.

Ayla da tamam, diyor.

Bu konularda sorun yok söylenenlere göre.

Pasta alış verişinden sonra armağanlar...

Armağanlar da unutulmadı.

Yeni doğacak bir bebek için giyit de var.

Gelecek konuklar için...

Ashley ve eşi Tommy Oliver'in bebekleri olacak.

Sıra o anlatıya da gelecek.

Sonra evde balonlar evi süslemeye başladı.

Akşam ne yemek var, diye Ayla Annesine sordu.

Annesi de köfte ve pilav yapacağım, diye yanıt verdi.

Ayla: ‘Oo, teşekkür ederim bunu beğendim,’ dedi.

Anneciğim yemekten sonra ben çikolata yiyebilecek miyim?

Bir parça! Onu düşüneceğim Aylacığım, dedi Annesi.

Köfte ve pilav sonra çikolata...

Tamam diye, bir ünlem daha verdi Ayla. Tamam!

Tam o sırada konuklar...

Konuklar kimler mi?

Ashley ve onun eşi Tommy Oliver.

Onları Facebook ile tanıyor olmalısınız...

Hah! İşte şimdi kapı vuruldu işte...

ve içeriye girmeye başladılar.

En alttaki fotoğrafta çekirdek aile karşımızda duruyor.

Ayla, annesi ve babası. Bir de Pitaya...

Konukları da daha sonra düğün günü ile tanıyacağız.

Çünkü Ayla bu düğünde etkin bir rol almıştı...

Bugünlük öykümüz bu kadar...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, MD, 08 Şubat 2012

22 Şubat 2012 Çarşamba

Ayla'nın balonları ve konunun püf noktası bugün...

İki gün arka arkaya sunduğum yazı ve fotoğraflarla Ayla’yı tanımaya başladık. Bugün biraz daha tanıyacağız. Şimdi burada neler görüyoruz? Balonlar renk renk balonlar. Havaya tutunan, tavana tırmanan balonlar. Ayla balonları seviyor.

Bu balonların bir öyküsü var. Bu balonlar neden burada?

Bunu en sonunda açıklayacağım.

İlk gün Ayla çalışıyor..

İlk günün püf noktası oldu.

Dün Ayla harita kitap okuyor..

İkinci günün püf noktası oldu.

Bugünün püf noktası nedir? Sonunda belli olacak. “Püf noktası” sözünü Ayla’ya açıklayacağız. Düşünmeye çalışayım.

Bugünün sunumunda ana öykü ile birlikte ara ve yan öyküler de var. Bu yan öykülerden birisi Ayla’nın köpekleri. Dün, Pitaye’den söz ettim. Onun öyküsü şöyle: Bir yere ölmesi için bağlı bırakılmış bu köpek. Bir deri bir kemik ölmek üzere imiş, söylenenlere göre. Rastlantıya bakın ki, Ayla ve Annesi o gün oradan geçiyorlarmış. Onu oradan alıp eve getiriyorlar. Adı Pitaye olmuş.

Pitaye Türkçe öğrenmiş. Gel, git, otur, ye gibi sözöcükleri bir kez söyelemeniz yeterDünyanın en zeki köpeklerinden birisi. Koruyucu bir köpek. Şöyle ki süs köpeği değil. Dostunu düşmanını tam hedeften ve hemen tanıyan bir beyni var. Şimşek gibi fırlıyor. Dost iseniz neredeyse çıkıp kucağınızda uyuyacak. İşe bakın siz! Burada bir ayraç var! Sürüyü güden, takım lideri köpek cinsi değil hayır. Korunması gereken kişiyi korumak güdüsü ile yüzde yüz donanımlı bir cins, Pitaye. Ayrıca bu Pitaye de cinsinin en iyilerinden birisi çıkmış söylenenlere göre.

24 saat dışarı bırakmazsanız, tuvaletini yapmıyor.Daha başka özellikleri de var, onları da başka bir gün konuşuruz. Öyle takım ruhu ile varoluşan adı Mundo olan bir köpek de vardı. Onu da konuşacağız. Sırası var. Her şey sırası ile... Pitaye’ye dönelim.


Pitaye o günlerde evde iki numaralı köpek oluyor. Evin demirbaşı bir de Marduk varmış. Ona ilk Marduk diyelim. Marduk’un da ilginç bir öyküsü var. Onu da başka bir gün anlatırım.Marduk şimdi yok. Onun yerine Ayla’ya konuşan bir köpek alınmış.

Ayla onun adını Marduk olarak seçmiş. Bu da ikinci Marduk. Sağda balonların yanında görünüyor.

Büyükbabasının aldığı söyleniyor. Yukarı soldaki büyük köpek Pitaye, sağdaki küçük köpek konuşan fakat yürüyemeyen Marduk.

İkisi de akpak bembeyaz. Ayla onu kucağına alıp bir yerden başka yere götürüyor.

İlginç olan şudur: Ayla, ona yakın yerde konuşunca, Marduk da havlayarak yanıt veriyor.

Bu oyuncaklarda şu düznek var, ses işitince onlar da havlıyorlar. Sanırım sesteki manyetik dalga, bu tür oyuncaklarda ses tınısını çalıştırıyor.Pavlov’u bilirsiniz, o deneyi gibi bir şey....

Şimdi bugünün püf noktasına geldik!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, MD, 08 Şubat 2012

18 Şubat 2012 Cumartesi

Ayla'nın bir de dinazorlar öyküsü var. Sıra ona da gelecek. Bugün genç bir konuğumuz var... Kent ve insan konusunda bu yepyeni kuşak temsilcisi Ayla..

Ayla'yı tanıdınız mı? Ben tanıdım. Size de tanıtacağım.

Şimdi fotoğraflara bakarak onu izleyebiliriz. Ayla kendi yemeğini hazırlıyor.

Annesine yardım etmeyi çok sever. Bir olaya tanık oldum.

Ayla'nın annesi daha önce çalıştığı iş yerine boşaltmıştı.

Oranın temizlenerek mal sahibine teslim edilmesi gerekiyordu.

Ayla'nın annesinin çok çok işi vardı.

Ona yardım gerekiyordu.

Baba hafta boyu dışarıda çalışıyordu.

Ayla ve anne evle iş arasında gidip geliyorlardı.

Ayla kolları sıvadı ve ben de varım dedi.

Kocaman hangar gibi bir yer...

Ayla paspası ve kovayı çekti annesinin elinden aldı.

Tüm bu alanı, inanmayacaksınız, Ayla sildi.

Ayla'nın hünerleri bu kadar değil.



Bilgisayar gibi teknik konularda da Ayla var.

Bilgisayar dediysem bunun daha küçüklerinden söz etmek isterim.

Yeni telefonlarda bu sistemler de var.

Ben telefonumda yeni bir numarayı not etmeyi bilmiyorum.

Öğrenemedim daha doğrusu.

Öğrenebilirdim belki fakat olmadı.

Zamanla barışık değilim.

Fakat Ayla zamanla barışık. Tüm yeniliklere, her yeni keşfe hazırlanıyor.

Her yere yetişebiliyor. Çok hızlı. hızlı oluşu sadece bedensel değil.

Düşünürken de hızlı. İki dili akışkan konuşuyor.

Ayla, annesinin bu yeni model telefonunda karton filmleri izliyor.

Kendisi açıp, kendisi kapatıyor film sona erince.

Ayla konusunda söylenecek çok şey var.

En önemlisi fotoğraf çekmeye yeltenirseniz başarısız olacağınızı söyleyebilirim.

İşte burada gördükleriniz gibi Ayla yüzünü ne yapıp yapıp göstermiyor.

Tek başına oyun kurabiliyor Ayla. Harita okumayı çok seviyor.

Geçenlerde annesi ve babası ile bir oyuncak mağazasına gitti.

Orada kocaman bir köpeği kucaklamaz mı!

Eve götürmeye kalktı. Evde onun Pitaye adında bir köpeği de var.

Pitaye'nin yeni bir köpekten hoşlanmayacağı Ayla'ya anlatılınca Ayla bıraktı onu.

Pitaye üzülsün istemedi. Daha sonra Ayla ile Pitaye'yi de sunacağım.

Ayla'nın bir de dinazorlar öyküsü var. Sıra ona da gelecek.

Geçenlerde müzeye de giden Ayla'yı annesi ve babası arasında müze önünde görüyorsunuz.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, MD, 05 Şubat 2012

Önemli not:
Geçen aylarda İsveçli dünya rekortmeni yüzücü Therese Alshammar konusunda yazdım.
Bir çocuk gelecekteki başarılara nasıl hazırlanır...
Baba ya da anne neler yapabilir...
bu yazıyı okuyunuz lütfen.ts.
http://stockholmtekinsonmez.blogspot.com/