1 Aralık 2010 Çarşamba

Madalya koleksiyonu, kılıç, silah ve tören merakı. Nedim Bey ve bir efsane ki Edip Özkale ailesi efsanesinde özünü bulur.

Efsanelerle yaşayan insanlar vardır. Ya da efsaneleri yaratanlar...

Homeros ve ailesi ikinci kümede yer alır.

Efsane peşinde koşan kimilerinin de bu koşudan haberleri olmaz.

Kılıçlar, madalyalar, silahlarla ve onlara bağlı törenlerle yaratılan efsaneler unutulur.

Her madalya, bir efsaneye açılır.

Her silah bir efsaneyi bitirir.

Her kılıç darbesi bir efsanenin ömrüne kefen biçer.

Düellolarda vuranlarla vurulanları nasıl bir efsane bekler, bunu ancak yazıcıların kalemleri iletir bizlere.

Puşkin de bu efsanelerden biridir!

Doğrudan bir aşk vuruşması.. o çağda vardı.

Evet! Bir ozan için törensel bir aşk vuruşması geleneği vardı.

Törenler için yaratılmış ozanlık karekteridir belki de Puşkin’i öne iten.

Öne iten ve düelloya değil ölüme davet eden şey.

Bir aşk uğruna eldiveni havaya fırlatan ve düello öneren, neye güvenerek bunu yapar, kimse kestiremez.

Olasıdır ki kılıcına güvenmiştir!

Olası ki iyi ve çevik bir nişancıdır.

Ölümüne susamıştı, diyen çıkabilir.

Tersi olduğunda göğsündeki madalyalarla gömülmesi istenir belki de.

Ki o madalyalar daha sonra bir meraklısını buluncaya dek yıllar yılları kovalar durur.

Tıpkı Nedim Bey gibi...

Meraklısını arayan bir yığın madalya vardır yeryüzünde.

İşte bunlardan biriktiren Nedim Bey de bu tür efsane peşinde koşanlardandır.

Evi ve işyeri ‘lebaleb’ madalya ile dolu. Daha ne olsun! Bu yetmezmiş meğerse!

Nedim Bey’in bir de kılıçlar ve silahlar efsanesi peşinde koştuğunu öğrendik.

Buna eminim siz de benim kadar şaşıracaksınız.Bakın bu nasıl oldu? Şöyle oldu.

Nedim Bey bu merakını gidermek için geçtiğimiz günlerde kalktı kış, soğuk zemheri demedi, Stockholm’e geldi.

İsveç'te savaş toplarının ağırlığı ile batan gemiye götürdük onu. Evet!

Vasa Müzesi'ni ziyaret etti ve oğlu Doruk Bey'i de yanına alarak Kral Vasa ile bir fotoğraf çektirdi.

İkinci gün askeri müzeyi ziyaret etti, kılıçlara doya doya baktı, silahları eline alıp onları okşadı...

'Ben de bu İsveçlileri savaşmayan ve yan gelip yatan ve bundan dolayı kalkınan ve zenginleşen milletlerden sanıyordum, yanılmışım.'

'Bunlar da bayağı savaş vermişler Tekin Bey, haklıymışsınız,' dedi.

Hayretini gizlemedi bu konuda. Evet! Nedim Bey ve ailesi Stockholm’den geçti.

Nedim Bey Efsanesi.. evet bu ayrı bir yazı konusudur.

Fakat bununla birlikte bilardo üstadı bir efsane dayısı vardır.

Bir zamanlar Siyasal Bilgiler Fakültesi Futbol takımı kaptanıdır bu insan.

Yandaki fotoğrafta görülen (70’li yıllar) Turgay Bilgin’in yeğeni olur Nedim Bey.

Bir yanı onun, Ankara gençliği ile fotoğraflarda durur. Bu efsane Edip Özkale ailesi efsanesinde özünü bulur.

Edip Özkale kimdir? Harita Genel Müdürlüğü Kd. Harita Müh. Albay rütbesiyle emekli oldu.

Arşivleriyle, Osmanlı dokümanlarıyla tanındı ve geride ömür verdiği ve günyüzüne çıkmasını beklediği birikimlerini dosyalayarak yaşadı Edip Bey.

İşte bu Sevgili Özkale ailesini ben, küçük kardeşleri Ali Rıza Özkale aracılığı ile tanıdım.

“Saklı Cennet” ya da “ Hayal Üçgenleri” belgeci kitaplarımı hazırlıyordum.

Fotoğraf taramaları için Cağaloğlun'nda Şan Ofset diye eskilere dayalı bir işyerine gittim.

Pars Tuğlacı da orada bir belgeci çalışma yapıyordu o günlerde. Yıl 2003 olabilirdi.

İşveren pazarlığı ve koşullarımı onayladı ve orada çalışanlardan birisini gösterdi.

İşte sarışın saçı, sakalı, açık renkli gözleriyle gülümseyen Ali Rıza Özkale! ‘Hoş geldin Hocam, birlikte çalışacağız,’ dedi.

Günler ve haftalar gidip geldi. Bir gün, Ali Rıza Bey dedi ki;'Hocam, babam da sizin gibi belgelerle dolu dosyalar bırakıp gitti.

'Yaşadığında değerini anlayamadık.'Şimdi bu dosyaların ne olacağını da bilmiyoruz.

'Bir hafta sonu gelir misiniz, sizi eve götüreyim de onlara bir göz atın, olur mu?'

Dediği gün beni küçük, yeşil arabasıyla Pera’dan aldı. O günlerde İsveç Enstitüsü konuk evinde kalıyordum.

Tülin Hanım (annesi) ve Feryal Hanım (ablası) ile tanışmam böyle oldu. Nedim Bey ile daha sonra...

Zeytinyağlı biber dolması, peynirli kek ve ve öteki güzel yemeklerden sonra, çalışma odasına geçtik.

Dosyalar yığın yığın kucağıma geldi.

Benim de bir dönem gazetelerden kesip dosyaladığım Koca Yusuf karşımdaydı!

Avrupa, Amerika maceraları.. gazete kupürleri elimin altındaydı.

Şaşkınlıktan donakaldım. Bir de ne göreyim!

Feryal Hanım Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik..

Ali Rıza Bey Güzel Sanatlar Resim bölümü mezunları imişler meğerse...

Böyle bir durumla siz karşılaşsanız ne yaparsınız? Şaşkınlıktan dilim dolanmış olmalı!

‘Siz iki kardeş, önem verdiğiniz birkaç dosyanın tozunu silin.

'Bir proje olarak bunları birlikte gözden geçirelim.

'Tüm bu dosyalara tek tek bakmak için günler yetmez,’ dedim.

Öte yandan, işte ölüm böyledir, diye içimden geçirdim o gün.

Binlerce yaratıcı insan, hiç ölmeyecekmiş gibi biriktirir.

Bir gün çıkar giderler. Geride kalan dosyalar çoğu yerde sıkıntı yaratır.

Sahaflarla yaptığım söyleşilerde bu konu işleniyor her seferinde. Sonra ne oldu...

Aradan kocaman, dolu dolu yedi yıl geçti. Başka ne oldu? O dosyalara bir daha ulaşamadım! Fakat başka bir şey oldu!

O tanışmadan altı ay sonra, ailede bir mücevher olan Feryal hanım ile evlendim. Bir şey daha oldu.

Bu evlilikten yedi yıl sonra Feryal Hanım’ın abisi Nedim Bey Stockholm’den geçti. İyi de ne oldu?

Baba Edip Bey'in asker olması..kılıçlar, madalyalar, silahlar...

Onursal görkemli askeri törenlerle geçen bir çocukluk...

Arka planda bellek dağarına biriken onursal görkemlikler...

Nedim Bey ve Feryal Hanım için Stockholm anılarla doldu.

İki kardeş dolaştılar. Geride belgesel anılar bıraktılar.

Askeri Müzeyi bu iki kardeş dingin dolaştılar.

Olası ki madalyalar, kılıçlar ve törenler arasında babalarını anımsadılar.

Nedim Bey biraz hüzünlendi. Feryal Hanım Nedim Bey’i biliyor ne de olsa.

‘Ne zaman askeri bir resmi geçit olsa, bir tören yaşansa orada Nedim abim gözyaşlarına boğulur,’ dedi Feryal Hanım.

Ertegün onları Müzik Müzesine buyur ettim. Bu kez Deniz Hanım ve Doruk Bey de katıldılar.

Çok ilginç bir şey daha oldu.

Abba grubu bölümünde Nedim Bey gitar çaldı.

“I Have a dream” parçasını dinledik.

Feryal Hanım Abba’nın bu melodisiyle gözyaşlarına boğuldu.

Nedim Bey ve Feryal Hanım çocukluklarını yine yaşadılar.

Geçmişin vakur törenleriyle göğüsleri kabaran bir askerin anıları bir yanlarında.

Görkemlik takılar, madalyalar. Öteki yanlarında sanat ve müzik.

Babaları hem asker hem de eli kalem tutan aydın.

Bu iki kardeşin geçmişe, çocukluk, gençlik anılarına gidip gelmelerini ve ruh dünyalarında kopan fırtınaları kıyıdan sezer gibi oldum.

Geleneksel, biraz da ataerkil ailelerde olagelen töreler nedeniyle, sanıyorum ki her ikisi de yaşarken babalarına doya doya sarılamadılar...

İşte böyle, bu nedenle soğuk Stockholm günlerinde hüzün de yanlarında koştu onların.

Ne yapabilirdim! Edip Bey’in geride bıraktığı dosyalar artık yoktu.

Evet! Babalarının birikimini, babalarını yitirmeden önce fark etmeyen bu kardeşlere ne yapabilirdim?

Üstelik yedi yıl aradan sonra Stockholm buluşma günlerinde mutlu olsunlar istiyordum.

Son üç geceye şampanyalar damga vursun dedim içimden.

Kuzey’in balıkları ve şampanya evet..

Bir de gevrek İsveç ekmekleri ve peynir... Daha ne olsun!

Bir de Kral Vasa’nın eski şatosu önünde görünen ailenin bir fotoğrafını koydum dosyaya.

İşte böyle yedi yıllık araya bir nokta koydular.

Üç gece şampanya patlatarak anılara daldılar.

Evet! Burada geçmişe dönük efsaneler de var.

Stockholm müzelerinde dolaşan bir Nedim Özkale izlediniz.

Nedim Bey, eşi Deniz Hanım ve biricik oğulları Doruk.. ve Stockholm...

Şimdi her şey geride, anılarda ve bir arşiv dosyası olarak belleklerde kaldı.

Stockholm onları sevdi. Doruk Bey çocukluk arkadaşlarından birisini de hemen internet iletişimi ile buldu.

İşte fotoğraflarıyla bir gerçek daha boyutlandı ve gözlerimizin önünde durdu.

Nedim Bey ile Feryal Hanım sokaklarda, caddelerde mutlu aile profili yaratmaya özen gösterdiler.

Långholm’u öteki uca sıfır derece soğukta gezdiler.

Deniz Hanım, Doruk Bey üşüdüler.

Fakat yürüyüşü İsveçli çocuklarla neşe ile izlediler.

Yedi yıl neden bu törensel anılar yaşanmadı..

İki kardeş böyle hayıflandılar.

Evet! Geride işte bu fotoğraflar ve bir yığın anısal söz ve yazılmayı bekleyen belgeler kaldı.

Bir de Nedim Bey ile başlayan bu öykü var. Bir ucu Turgay Bey’e, Yavuz Bey’e, öteki ucu Edip Bey ile derinlere ilerleyen efsaneler zinciridir o.

Kalemin mürekkebi yeterse belki onlara da sıra gelecek...

Tekin SonMez, Stockholm, 1 Aralık 2010



İlk Fotoğrafta; (yaklaşık 1974), soldan Albay Edip Bey, eşi Tülin Hanım, Tülin Hanım’ın annesi Gürcü Hanım ve Nedim. Ön sırada Feryal.

Arşiv fotoğrafları: Ankara, Yavuz Bilgin ailesinden
Son fotoğraf; Kasım 2010, Soldan sağa Ali Rıza Bey, Tülin Hanım, Nedim Bey’in eşi Deniz Hanım, aile dostu Vildan Hanım, Nedim Bey ve Feryal Hanım.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

MELSA, Muğla El Sanatları kuruluşu. Ev kadınlarına istihdam olanakları açan bu işletme Muhasebe Müdürü Sayın Nazmiye Kulaç ile söyleşi

Bu blog, kent, insan, olay motifli haber konulara daha yakın. Çokluk bu üçlü bir aradadır. Kent neresi olursa olsun bakarsınız insan öne geçer bir yerde. O haberde insan odak noktası olur. Başka bir yerde olay öne geçer, kent neresi olursa olsun değişmez olayın haber niteliği.

Bu haberde her üçü de ortak ağırlık taşıyor. İl sınırları ile bu haberde kent Muğla. Muğla, salt Türkiye'de değil dünyada coğrafi bir benzerliği olmayan bir doğaya sahip. Bir ucu Ege, öteki ucu Akdeniz...

Sırtını Homeros'un anlatılarından tanıdığımız dağlara dayamış bir kent! Kıyılarında arkaik evre fizikçileri, matematikçileri, yazarları ve felsefecileri ile uygarlık tarihinde iz bırakmış bu topraklar, bugün Muğla diye adlandırılıyor. Bu topraklarda üst düzey yaratıcı zeka sahibi olmakla ayakta kalabilir insan.

Bugünkü haberimiz bu üçlemeye uygun düşüyor. Olayda imgelem ve tasarım dehası olarak MELSA odak noktasıdır.

İnsan ise, MELSA çalışanları, şöyle ki daha bu tasarımın ortaya çıkışı ile kadınlar odak noktasıdır. Türkiye’de ilk bayan Vali Lale Aytaman’ın Muğla’ya gelişi ve girişimi ile 1995’te kuruluş çalışmalarıyla MELSA ortaya çıkar.

Böylece bu haberdeki; kent, insan, olay; somut ve anlaşılır haber nitelikleriyle bu üçlemenin sınırları çizildi.

Buna, bu habere bir de el emeği olan annelerin üretimini ve ev geçindirme yollarına deggin bir iş/güç odağı oluşunu ekleyebiliriz. Bu özellikleriyle yaptığımız MELSA tanıtımı, aynı zamanda bir Muğla tanıtımıdır.

Değerli İzleyici,

Bir rastlantı sonucu yolumuz Muğla'dan ve MELSA’dan geçti. Muhasebe Müdürü Sayın Nazmiye Kulaç ile ardından eldokuması üretim sorumlusu Sayın Nuray Kuri ile tanıştık.

İyi de oldu. MELSA, bir imaj olarak algı dağarımıza silinmeyecek şekilde işlendi.

MELSA'nın Muğla'da; kültür, ekonomi, turizm için nasıl önemli olduğunu gördük.

Verilen bilgiye göre, tütün, tütüncülük dar boğaza girmiştir bu bölgede. Tütüncülük yapılan köylerdeki kadınların işsiz kalması sıkıntı yaratır. 'Bu kadınları başka nereye kanalize edebiliriz,' diye Vali Lale Aytaman bir araştırma ile yola çıkar.

Bu köylerde daha önceden el dokumacılığının yapıldığı tespit edilir. Tütünde ve tarlada çalışan kadınlar, geçim sağlasınlar diye MELSA canyeleği olur.

Bu başlangıç ile bu olayda yine kadınların parmak izleri ortaya çıkıyor. Sayın Lale Aytaman unutulmuyor MELSA'da.

MELSA El Dokuması üretim sorumlusu Sayın Nuray Kuri'nin çalışma odasında, MELSA Muhasebe Müdürü Sayın Nazmiye Kulaç ile yaptığımız söyleşiyi birlikte izleyelim.

MELSA’nın ne olduğunu daha doğrusu ne olmadığını ondan öğreneceğiz.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 28 Temmuz 2010, Stockholm

SORU; Sayın Nazmiye Kulaç, MELSA nedir, ya da ne değildir?
YANIT; Sayın Sönmez, köylerde üretilen tütüne kota konulduktan sonra tütün tarlalarında çalışan kadınların işsiz kalması üzerine, işsiz kalan bu köylü kadınlara istihdam yaratma yollarını arayan Türkiye'nin ilk kadın Valisi Lale Aytaman, Yeşilyurt’ta el dokumacılığına yönelik olarak 1994’de bir kooperatif kuruyor. İşte MELSA’nın temeli de 1994 yılında kurulan bu kooperatifle atılmış. O dönemde Lale Hanım’ın eski diplomat olmasından da kaynaklanan geniş çevresi sayesinde yoğun olarak alınan dokuma ürün siparişlerinin karşılanmasında gerek kapasite yetersizliği ve gerekse de köylülerin birbirleri ile geçimsizliklerinden dolayı zorluklar yaşanmış. Bunun üzerine, 1995 yılında Muğla Valiliği bünyesinde altı aylık bir el dokumacılığı kursu düzenleniyor ve hemen akabinde bu kursiyerlerin bilgi ve yeteneklerini hayata geçirebilmelerini teminen MELSA Muğla El Sanatları San. Tic. Ltd. Şti. kuruluyor.

SORU; 1994′teki kuruluş İlkeleri devam ediyor; Kadınlara iş alanı yaratmak. Melsa’nın çalışma alanlarını da öğrenebilir miyiz?
YANIT: Bugün MELSA, el dokumacılığı faaliyetlerinin dışında turizm ve kültür hizmetlerine de büyük ağırlık vermiş, bu alanlarda bölgede geniş bir şekilde tanınmış ve il bazında vergi rekortmenliği başarısını göstermiş bir şirket konumundadır.

SORU; ‘Dokumacılık kursları,’ dediniz. Dokumacılık yapılan başka yerler var mı?
YANIT: Kuruluş sonrasında şirket bünyesinde dokumacılık kursu düzenlenmedi. İlerleyen yıllarda çeşitli köylerdeki kadınlardan kendi evlerinde dokumacılık yapma talebi geldi; kuruluş amacımıza da uygun olan bu talepler değerlendirildi ve dokuma tezgahı olmayanlara dokuma tezgahı tahsis edilerek bu alanda üretimimize katkıda bulunmaları sağlandı. Yani bugün, atölyemizde acil siparişleri karşılayabilecek yeterlilikte kadromuzun yanı sıra köylerimizde de Melsa’nın desteğiyle dokumacılık ve el işçiliği faaliyetleri yürütülmektedir. Kendi evlerinde çalışan dokumacı ve el işçilerimizin sayısı 65’tir.

SORU; Altmış beş bayan üretiyor! Neler üretiliyor Nazmiye Hanım?
YANIT; Yirmi beş kadın dokuma yapıyor, diğerleri nakış, bağlama, kanaviçe, dantel gibi el işleri yapıyorlar. Onların ürettiği dokuma kumaşlar ve el işi ürünleri atölyede değişik kombinasyonlarda tasarlanarak ev tekstili ve giyim ürünleri haline getiriliyor.

SORU; MELSA dokumacılık dışında, işlettiğiniz turizm alanları konusunda örnek verir misiniz?
YANIT; MELSA 2000 yılından bu yana dokumacılığın dışında turizm ve yerel kültüre yönelik faaliyetlerde de bulunuyor. Örnek vermek gerekirse, işte dünyaca ünlü Ölüdeniz plajını MELSA işletiyor. Ölüdeniz, MELSA tarafından işletilmeye başlandıktan sonra hem eski temiz ve güzel günlerine yeniden kavuştu, mavi bayraklı bir plaj haline geldi, hem de şirkete ekonomik anlamda çok büyük katkılar sağladı. Bununla beraber, Saklıkent Milli Parkını da, arada bir yıllık boşluk olsa da, 2003’ten bu yana MELSA işletiyor. Yine Ölüdeniz’in de içinde bulunduğu Kıdrak Milli Parkının günübirlik alanını da MELSA işletiyor. Bu sene şirketimiz, yamaç paraşütçülerinin ve diğer hava sporcularının Babadağ’dan Ölüdeniz’e atlayış yaptıkları hava sporları alanın işletmesini de üstlenerek, bu alanı uluslararası havacılık güvenlik standartlarına göre düzenledi.

SORU; Turizmden kazandıklarınızla ne yapıyorsunuz?
YANIT; Turizm işletmelerimizden elde edilen gelirler, bölge kültürüne, eğitime ve çevre köylerin altyapı hizmetlerine katkı sağlamak için kullanılıyor. Bazı örnekler vermek gerekirse; 'Ormancı' türküsüne kaynaklık eden ve neredeyse tamamen yıkılmış olan Belen Kahvesi’ni satın alarak aslına uygun şekilde restore ettik ve şu an bir müze-kafeterya olarak işletiyoruz. Yine aynı türküde geçen Gevenes Değirmeni de Melsa tarafından aslına uygun olarak restore edildi. Muğla’nın ilk belediye başkanının evi olan “Hacı Kadı Evi” de yine Melsa tarafından mirasçılarından mülkiyeti satın alınarak aslına uygun restore edildi. Fethiye’de 2011-2012 öğretim yılına yetiştirmeyi planladığımız bir meslek lisesi projemiz var, bu lisenin inşaatı tamamen Melsa tarafından finanse edilecek. Muğla Üniversitesi’nin değişik bölümlerinde okuyan toplam 85 öğrenciye burs sağlıyoruz. Ayrıca, faaliyet gösterdiğimiz belde ve köylerin yol, altyapı, cami, çocuk parkı gibi ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlıyoruz.

SORU; MELSA şirket olarak nereye bağlı? Çalışma düzeniniz nasıl işliyor?
YANIT; Biz Muğla İl Özel İdaresi’nin bir iştirakiyiz. MELSA, yüzde yetmişbeşi İl Özel İdaresi’ne ve yüzde yirmi beşi Muğla’ya Hizmet Vakfı’na ait bir limited şirkettir. Her ne kadar resmi kurumlara bağlı bir işletme olsa da, Melsa’nın işleyişi diğer özel sektör şirketlerinin işleyişinden farklı değildir. Yani, ertesi güne bırakılmaması gereken bir iş varsa ve olağandışı şartlar söz konusu değilse, o iş o gün tamamlanır.SORU; Muğla kültür varlıklarını kurtarma girişimleri devam ediyor mu?
YANIT; Evet! Yatağan’a bağlı Bozüyük Beldesi Osmanlı döneminde büyük bir yerleşim merkeziydi. Antik dönemlere uzanan bir tarihi dokuya sahip olan bu beldede, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde öğretmenlik yapmış olan Hacı Şükrü Bey’e (Bilginsoy) ait evi mirasçılarından satın alarak restore ettik, şu an bu ev butik otel olarak hizmet veriyor. Yine aynı beldede bulunan Cemil Toksöz Konağı’nı da satın aldık; Kentsel Sit alanı içinde yer alan bu konağın restorasyon projesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayından geçmiş durumda. Konak, önümüzdeki günlerde restore edilecek.

SORU; Ressam Osman Hamdi Bey ile ilişkili bir çalışma da var mı?
YANIT; Evet! Aslında aynı zamanda bir arkeolog ve Türkiye’nin ilk müzecilerinden olan Osman Hamdi Bey’in Yatağan’daki Lagina kazılarına başkanlık ettiği sırada kazı evi olarak kullandığı evi satın aldık, aslına uygun restore ettik. Şu anda bu evin mefruşatı ve müze-eve uygun iç dekorasyonu Genel Koordinatörümüz İbrahim Akaoğlu’nun önderliğinde Atölye Sorumlumuz Nuray hanım tarafından yürütülmektedir. Önümüzdeki günlerde Osman Hamdi Bey Müze-evi olarak açılışı yapılacak. (Not: Bu müze-ev 24 Temmuz 2010’da Muğla Valisi Fatih Şahin tarafından açılmıştır.)

SORU; Nazmiye Hanım, çok kapsamlı çalışmalardan söz ettiniz. İl Özel İdaresi’ne bağlı şirket olarak MELSA bu kadar başarıyı kimlerle paylaşıyor? Tümü de kadınlar mı?
YANIT; Şimdi Melsa’nın kuruluşunda bir kadın parmağının olduğu bir gerçek! Sayın Lale Aytaman’ı anmamak mümkün değil. El dokumacılığı faaliyetleri tamamen kadınlar tarafından yürütülüyor. 2000′den beri Ölüdeniz’de şube müdürlüğü görevini yürüten ve şu an genel koordinatörümüz olan İbrahim Akoğlu’nun şirketimizin turizm alanında bugünlere gelmesinde çok büyük katkıları olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ölüdeniz dışında Kıdrak, Saklıkent ve Babadağ’ın çok kısa zamanda hizmete hazır hale gelmesi kendisinin ve Fethiye şubemizde çalışan ekibimizin başarısından olsa gerek. Tabii şirket ortaklar kurulunu oluşturan İl Özel İdare ve Muğla’ya Hizmet Vakfı temsilcilerinin şirket faaliyetleri ile birebir ilgilenmeleri ve önümüzü açmaları tüm bu başarıların asıl kaynağıdır. Ki bu ortaklar kurulu Sayın Valimiz ve İl Özel İdare Genel Sekreterimiz’den oluşmaktadır.

SORU; MELSA’yı bir daha özetleyelim ister misiniz?
YANIT; MELSA’nın kuruluş amacı kadınlara istihdam sağlamak ve yöresel el sanatlarını yaşatmaktır. Bunun dışında Muğla kültürünü yaşatmak ve eski kültür varlıklarını imkanları doğrultusunda gün yüzüne çıkarmaktır. Doğal çevreye ve kültürel değerlere saygılı, katma değeri yüksek turizm faaliyetleri yürütmektir.

SORU; MELSA’nın iş alanları daha çok hangi kurumlara bağlı ve ne tür bir paylaşma var aranızda?

YANIT; Faaliyet gösterdiğimiz yerler daha çok Fethiye ve Muğla merkezidir. Turizm ile ilgili bütün işlettiğimiz yerler Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü veya Özel Çevre Koruma Kurumu’ndan kiralanmıştır. Bu kurumlara, imzalanan protokoller doğrultusunda elde ettiğimiz gelirlerden belli oranlarda pay vermekteyiz.

Tekin SonMez, 24 Mayıs 2010, Muğla

AYRICA BAKINIZ; http://tekinsonmez.com/

6 Haziran 2010 Pazar

Muğla/Datça Belediyesi'nin düzenlediği Çocuk Şenliği ve çocuk kütüphanesi düşü peşinde koşan Sayın Necla Ülkü Kuglin ile bu etkinlik üzerine söyleşi

Muğla/Datça Belediyesi’nin düzenlediği bir çocuk şenliği var. Topaçlar fıldır fıldır dönüyor burada. Masal masal diye sayıklayan çocuklar, bu kez kendileri masal kahramanları yaratıyor bu şenlikte.

İş bu kadar da değil! Daha fazlası da var! Geleceğin ressamları haldır haldır fakat barış içinde boyama yapıyorlar masalarda. Bebek yapan çocuklar, yaptıkları bebeklere isim ve kimlik verecekler! Bakın daha neler var? Her bebek bir doğum tarihine sahip olacak. Bu bebekler de öteki tüm etkinlik ürünleri gibi bir çocuk müzesi için yapılan çalışmalardır.

Evet! Çocukların ürettikleri her şey, şöyle ki bu birikimler, tasarlanan müzenin izleyiciye sunulabilir nesnel görsellikleri olacak... Şaşırdınız mı! Bir müzeye gideceksiniz ve çocuk konusunda ne varsa orada izleyeceksiniz! Olacak şey mi, olağan bir durum mu bu? Durun bakalım! Daha gün batmadı, akşama daha çok var!

Yüz dolayında sandal gün batmadan denize açılacak ve bu çocuk şenliği ile süslenmiş barış balonları gökyüzüne uçacak. Bundan böyle mektup güvercinleri olmayacak!

Bakın burası çok önemli! Balonlar çocukların yazdıkları mektupları taşıyacak.. uzaklarda tanımadıkları kardeşler için.. şunlar var satır aralarında bu mektupların; ‘savaş olmasın! Çocuklar ölmesin!’

Sözü daha fazla uzatmadan,'dünyanın tek çocuk bayramına sahip olan bu ülkenin, bu bayramı çocuklarına çok iyi anlatması lazım,' diyen eğitimci, yaratıcı çocuk oyunları uzmanı ve grup başkanı Sayın Necla Ülkü Kuglin'e mikrofunu uzatıyor ve doğrudan söyleşiye giriyoruz.

Söyleşi boyunca çocukların yer aldığı görselliklere de yansıyan ve çocuklar için hazırlanan araç ve gereçlerle yol alacağız ve bir rüya falına bakar gibi bir ütopyanın nasıl gerçekleşebilirliğini de hep birlikte düşüneceğiz... Sevgi, içtenlik...


SORU; Sayın Necla Ülkü Kuglin, bu balonlarla şenlikli ve topaçların fıldır fıldır döndüğü parkta ve evet çocukların masalarda boyama yaparak yaratıcı düş peşinde koştukları bu parkta, daha doğrusu Datça’da ne yapmak istiyorsunuz?

YANIT; Amacımız şu.. okullarda kıstırılmış olan çocuklara biraz mutluluk ve umut vermek, oyun coşkusu yaşatmak.. bir alt amacımız oyuncağın yapılabilen, tamir edilebilen bir şey olduğunu göstermek.

SORU; Bir algı olarak 'kırılan oyuncağın, onarılabilirliği duygusu ile mutluluk ve umut vermek, bir de 'okullarda kıstırılmış olan çocuklar,' dediniz... Nasıl bir yöntem kullanıyorsunuz Necla Hanım?

YANIT; Yaratıcı drama yöntemi kullanıyoruz. Tekin Bey, bu oyunlar, yaptığımız çalışmalar ona bağlı. Şimdi bu açılış şenliğinden ve oyunlardan sonra birkaç atölyeye bölünecekler, kıyafet değiştirerek masa başına gelecekler, masa oluşturacaklar.

SORU; Seslendireceğiniz seçilmiş bir masal da var mı?

YANIT; Evet! Datça ile ilgili bir masal anlatacağım onlara. O masalı canlandıracaklar o masalın kahramanlarını oluşturacaklar, yazacaklar ve şenliğin gazetesini yazıp resimleyecekler. Öte yandan da bebek yapıyorlar burda, bebeklere kimlik verecekler, henüz bilmiyorlar onu, her bebeğin bir annesi, bir babası ve doğum tarihi ve adı olacak. Bütün bu çalışmaları akşam sergileyeceğiz.




SORU; Tüm gün salt bunlar mı olacak, başka oyunlar var mı?
YANIT; Yüz adet sandalımız var, akşam beş civarında bu tahta sandallarla denize ve uçan balonlarla gökyüzüne barış ve kardeşlik mektupları yollayacaklar.

SORU; Datça'da kaç yıl oldu? Projenizde çocuk müzesi gibi ütopya da var mı?






YANIT; Burada, bu beşinci yılımız.

Evet! Bugün Datça Belediye Başkanımızı, Sayın Şener Tokcan'ı bir çocuk müzesi kurmak için ikna etmeyi düşünüyoruz.

SORU; Datça'yı nasıl keşfettiniz, şöyle ki buraya ilk ne için geldiniz, nasıl oldu?

YANIT; Tekin Bey, ben buraya kitaplarımı imzalamak üzere bir yazar olarak beş yıl önce geldim. Evet ilk defa gelmiştim ve bu iş burada bu şenliğe dönüştü.

SORU; Çok coşkulu bir şenlik! Her şenlik bu parkta mı oldu?

YANIT; Evet! Bu park artık çocuk şenliğinin yapıldığı park olarak anılıyor.


SORU; 'Çocuk şenliğinin yapıldığı park,' diye anılan bir yer oldu burası, dediniz. Datça! Başka bir yer değil de neden Datça?

YANIT; Bir çocuk müzesi ile buranın çok güzel olacağını düşünüyorum. Çünkü Datça’nın müzesi yok. Adı çocuk müzesi, böyle bir girişim var, fakat henüz gerçekleşmedi Çocuk müzesi kavramı bile henüz oturmadı.

SORU; İlk nasıl yeşerdi bu fikir ve nasıl filizlendi ve bu günkü meyve verimine dek neler oldu, kısaca değinir misiniz?

YANIT; Biz on yıl önce bu çalışmaya başladığımızda bizimle alay edenler oluyordu. Ne yani çocuklara ayrı müze mi yapıyorsunuz, çocukları mı sergileyeceksiniz diye. şimdi kavram gelişmeye başladı, çocuk müzesinin ne olduğunu herkes biliyor artık. Ama henüz yerimiz yok ya da hala yerimiz yok.




SORU; Başka kentlerde girişim yapmadınız mı?

YANIT; Ankara'da bazı görüşmeler var, bunlar henüz hayata kavuşmadı. Bir başka projemiz var, Anadolu kültürlerini çocuklarla birlikte tanımak üzere belki buradan Türkiye’ye özgü, birçok değişiklikleri olan bir çocuk müzeleri zinciri ortaya çıkacak.



SORU; Necla Hanım bu bir düş, bir masal! Bakın! Datça'yı yürekten vurdunuz! Sonuç işte burada! Topaçların haldır haldır döndüğü bu parka adını veren, çocukları boyalarla ve kimlikli masal kahramanlarıyla yepyeni bir dünya yaratmaya yönelten bu ütopyanın Datça’ya vardığını görüyoruz. Fakat bu düş nereden, nasıl yola çıktı?


YANIT; Tekin Bey, bir yazar arkadaşımız daha var. On yıl kadar önce, benimle röportaj yapmak istedi, Aytül Akal sonra ikimiz bir araya geldik. O Amerika'daki çocuk müzelerini anlattı, benim ilk yurtdışı gördüğüm yer İsveç.. ben de orada gördüğüm çocuk etkinliklerini ve çocuk müzelerini anlattım.

Bunun üzerine Türkiye'de böyle birşey olamaz mı, diye bir girişim başlattık. İşte şimdi burada, Datça'dayız. Çok güzel bir belde, ilçe ve çok güzel bir doğa burası.

Değerli İzleyici,

Datça'da özgün bir çocuk şenliğini grup olarak arkadaşlarıyla birlikte sunan ve on yıldan bu yana bu düş peşinde, bir çocuk kütüphanesi ütopyası ile koşan eğitimci, yaratıcı çocuk oyunları uzmanı Sayın Necla Ülkü Kuglin ile söyleşi sürecek.

Bu şenliğe destek olan, katkı veren, çocuklar için yaratıcı düş olanaklarına kucak açan ve Datça’nın en güzel parkını bu rüya masallarına tahsis eden Datça Belediyesi... Bu konuda cömert davranan Belediye Başkanı Sayın Şener Tokcan da burada. Yurtdışındaki kültür değiş tokuşu içerikli bir geziden, bu şenlik için döndü.

Sayın Orhan Keskinsoy da burada. Datça Kent Konseyi Başkanı ki onun parmak izlerini de bu şenlikte görebiliyoruz. Başkan Sayın Şener ile yaptığımız söyleşiyi ve Orhan Bey’le olan söyleşiyi de yaratcı çocuk etkinliği görsellikleri ile yan yana yayımlayacağız. Bu ütopya gerçekleşneli ve bu şenlik her yerde duyulmalı...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 6 Haziran 2010, Muğla

Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez, Muğla, Datça, 30 Mayıs 2010

(Sürecek)

Muğla doğasında Uçhisar'ı yaşayan bilim insanı Rektör, Prof. Dr. Sayın Şener Oktik bu kez yeni enerjiler konusu ile karşımızda...

'Güneş enerjisinden elektrik üretimi için başlayan çalışmalar son on beş yirmi yılda çok büyük bir hız kazandı,' diyor Sayın Oktik.

Stockholm’de 2010 yılının ilk yarısında izlediğimiz fuar etkinliklerinde öne çıkan ögelerin tümünde, girişken hamleler eşliğinde bio enerji ve çevre gibi anlatımlar öne çıktı. Nereye baksak, Mavi Gezegen avuçlarımızın içinde idi sanki!

Motorlu araçlarda en son buluşlar.. Elektrikle işleyen otomobil taslakları.. Isı ve ışık enerjisi konusunda en son önermeler bir yanda öte yanda güneş enerjisi.. Ütopik yeni bir dünya tasarımı, bir kasırga gibi hızla gerçeklik düzleminde ele alınırken bio enerji ve güneş ilk başvuru kaynağı oluyor.

Elektrik mi söz konusu, rüzgar var! Gaz mı gerekiyor, güneş var!Evet, İskandinavya'da, Stockholm'de yeteri kadar olmayan güneş... Evet Muğla'da güneş var! Muğla Üniversitesi Rektörü, Türkiye'yi dünyanın öteki köşelerindeki biliminsanlarına, bilimsel hamleler eşliğinde tanıtma gayretiyle koşan bir bilim insanı, Muğla'da Prof. Dr. Şener Oktik de var.

Değerli İzleyici,

Büyük bir üniversitenin rektörü olmak, bir anlamda, özellikle bizim toplumda, şefkatli, hoşgörüsü yüksek, bazı sıkıntılı durumlarda bile gülümsyerek hayata ve geleceğe bakabilen, sırasında baba gibi kol kanat gerici bir performans ve özverili bir sevecenlik de ister.

‘Babamı çok severdim, hani birileriyle sohbet etmek istersiniz de o birileri artık burda olmasalar da yaparsınız ya o sohbetleri.. onlar seçilmiş insanlardır, bunlardan birisi babamdı benim,’ diyen Sayın Oktik, (bakınız; http://cappadociatekinsonmez.blogspot.com/) değerli bir bilim insanı olmakla birlikte, onun sözleriyle tıpkı; 'hani birileriyle sohbet etmek istersiniz de,' tanımına uygun hangi konu olursa olsun sohbeti de özlenen bir insan Sayın Oktik.

Sevgiyle geçen çocukluk ve Uçhisar onaylanması gibi yayınladığımız seri söyleşilerden sonra bir biliminsanı bakışı düzleminde ilerleyen bir söyleşi sunuyoruz bu kez. Sıcak anılarla Uçhisar’ı Muğla doğasında yaşayan Rektör Prof. Dr. Sayın Şener Oktik karşımızda.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 6 Haziran 2010 Muğla

SORU; Sayın Oktik biliminsanı olarak çağın evrilmeleriyle uyumlu, dönüşebilir güneş enerjisi kaynağına bağlı Muğla’da üniversite binalarında uygulamalar yaptınız. Meraklı izleyicilerimiz için bunlardan kısaca söz eder misiniz? Muğla’da yaptığınız nedir?
YANIT; Türkiye’de bilinmeyen bir kavramın, kamuya bir şekilde anlatılması için yapılmış pilot bir uygulamadır Muğla’da yaptıklarımız.

SORU; Dünyada ve ülkemizde güneş enerjisini kullanma sürecini bir ucundan bir süredir yaşıyoruz. Evlerde, otellerde en kısa yoldan bu enerji ile sıcak su elde ediliyor bir süredir. Bu süre içinde bilimsel açıdan neler oldu?
YANIT; Bu alanlarda güneş enerjisinden elektrik üretimi için başlayan çalışmalar son on beş yirmi yılda çok büyük bir hız kazandı. İki anlamda hız kazandı; birincisi emisyon, bu enerjiyi kullananların sayısı arttı. Tabii buna bağlı olarak da maliyetleri düştü. Hatta bir eğri vardır maliyet analizinde, (bunu bilirsiniz) ona uyuyor, şu anda üretimde kullanma kapasitesi her iki misline çıktığında maliyetlerde yüzde yirmi ikilik bir azalma oluyor. Son onbeş yirmi yıldır bu eğrinin gelinen noktasında artık bu birçok alanda yapılabilir bir hale geldi. Ama yapılabilirden kastımız, tabii ki bu farklı teknolojiler, genelde çok kabaca bir sınıflama yapılırsa, bir grup teknolojiler kristale dayalı yani silisyum kristalinin üzerinde oturan teknolojilerdir.

SORU; Bu uygulamada ne tür teknolojiler kullandınız? Diğer teknolojiler nasıl?
YANIT; Diğer teknolojiler ise ince film teknolojileri. İnce film teknolojilerinde çok daha farklı yaklaşımlar olabilir. Silisyumdan ince film yapmak mümkün. Ama diğer, işte birazcık kimya, fizik bilen fen okumuşlar periyodik tabloyu bilirler. Periyodik tablonun belli gruplarındaki elementler güneşten elektrik üretilmesine izin veren yapılarda bir araya geliyorlar. Bunlara bileşik yarıiletkenler diyorlar. Yani birden fazla elementin bileşerek oluşturduğu bileşik yarıiletkenler, bunlarla da yapılmış uygulamalar var.

SORU; Kristale dayalı, silisyum kristalinin üzerinde oturan teknolojiler, dediniz. Kullanım açısından bunların artıları eksileri var mı?
YANIT; İkisinin de tabii ki güçlü tarafları var, zayıf tarafları var. Silisyumun güçlü tarafı daha yüksek verimlilik elde edebiliyorsunuz, daha kararlı, uzun süre bozulmuyor ama maliyetler yüksek. Diğerinin verimlilikleri o kadar yüksek değil, henüz potansiyel olarak var ama teknoloji oraya gelmedi, kararlılıkları da o kadar uzun süreli değil.. ama maliyetler az.

SORU; ‘Diğerinin verimlilikleri o kadar yüksek değil’ dediniz, bu maddeyi tanımlar mısınız?
YANIT; Tabii elbette! Bakın şu anda öne çıkmışlar ikinci grup elementleriyle altıncı grup elementlerinin bir arada olduğu kadmiyum tellür malzemesi, bir de ikiden fazla elementin bir arada olduğu bakır, indiyum, galyum, sülfür ve selenyum var. Bunlar bir araya getirilerek bir alaşım oluşturuluyor. Bu alaşımın özellikleri var. Bunun dışında bir amorf silikon var. Silisyumu böyle kristalize büyütmüyorsunuz da, film olarak büyütüyorsunuz. Bunun ötesinde birçokları var ama bunlar öne çıkmış olanlardır.

SORU; Şu anda üniversitenizde ne tür uygulamalar var?
YANIT; Şu anda üniversitemizde bunların hepsinin ayrı ayrı uygulamaları var. Hedefimiz tabii ordaki bozulma mekanizmaları, oluşum mekanizmaları, verimlilik, uygulamadaki başarıları, ısıya bağımlılığı, güneşe bağımlılığı ya da rüzgara, buluta bağımlılığı gibi.. bunların hepsi değerlendiriliyor.

SORU; Sonuçlar uluslararası ve bilimadamları arasında paylaşımlı bir grafik çiziyor olsa gerek. Bunlar nasıl oluyor?
YANIT; Tabii sonuçlar uluslararası paylaşılan bilgiler.. örneğin geçen sene Almanya’da yapılan Fotovoltaik Avrupa Konferansında Muğla Üniversitesinden bu çalışmaların ayrı ayrı beş tanesi yayımlandı. Bu seneki toplantı İspanya’da Valensiya’da olacak. İki tane yayınımız kabul edildi. Yani çalışmalarımızı yeterli hale getiriyoruz ve yayımlıyoruz. Bunlar bizim çalışmalarımızın bir bölümü.. başka toplantılarda, konferanslarda sunuyoruz, bilimsel dergilerde bunları sık sık yayımlıyoruz.

SORU; Stockholm’de yeni enerjiler başlığı altında geçtiğimiz haftalarda büyük bir enerji fuarı yapıldı. Sizin yaptığınız uygulamalar da bu tür yeni enerjiler kategorisine mi giriyor?
YANIT; Tabii! Mesala ben bu ayın dokuzunda Amsterdam’da konuşuyorum. Dünya yenilenebilir enerjiler konferansı. Bunun ardından Münih’de bir toplantı daha var, ‘Inter Solar’ diye, dünyanın en büyük güneş enerjisi konusundaki birlikteliktir, her yıl yapılır, ayın 10'u ile 11’inde orada olacağım. Tabii o kadar çok sayıda konferans ve birliktelik oluyor ki, Stockholm’den Çin’e kadar, geçen sene Kore’de Jejo Adası vardır, toplantı Jejo Adası'ndaydı.

SORU; Biliminsanları dünyanın bir köşesinden ötekine ülkesini de anlatmak ve tanıtmak için durmadan koşuyorlar, bunlardan bir çatı altında toplananlar da oluyor mu?
YANIT; Evet! Türkiye'deki potansiyeli anlatmaya çalışıyoruz, buradaki bilimsel sonuçları anlatmaya çalışıyoruz ve insanlar da dinlemek istiyorlar. Çok sayıda üniversite bu konularda çalışma yapıyor. Hatta bir görev olarak, bu üniversiteleri ve bu konudaki çalışanları bir araya getirmek için bir platform kurduk. Bunun adı ‘Fotovoltaik Teknoloji Platformu’. Evet bunun 45 tane üyesi de var şu anda ve hızla artıyor. Bunun içinde üniversiteler var. Bunun içinde sektörden kişiler var, yatırımcılar var. Hatta bizim bu platformumuzda bir dernek oldu, bu derneğin adı, ‘Güneş Enerjisi Sanayicileri Derneği,’ bu konuda üretim yapacak, yatırım yapacak insanlar örgütlendiler.

3 Haziran 2010 Muğla Üniversitesi