26 Nisan 2010 Pazartesi

Muğla ve tanıtım ütopyası, Muğla aşıkları kolları sıvamışlar. Sayın Gürkan Ercan ile Muğla Ticaret Odası Başkanı Sayın Bülent Karakuş’un yanındayız.

Muğla’nın yurt dışında tanıtımı için büyük bir çaba var. Muğla’nın öne çıkması için büyük bir özveri gayreti var.

Tanınmış işadamı Sayın Ercan Gürkan tanıdığım gerçek bir Muğla aşığı.

Ağzından çıkan her iki sözden birisi Muğla. Muğla diyor da başka bir şey demiyor.

İşin ilginç yanı Muğla Evleri de Muğla’yı dünyaya tanıtamamış.

Bunun üzerine Muğla aşıkları kolları sıvamışlar. Muğlalıları heyecan içinde görüyoruz.

Ercan Bey'in de çok heyecanlı olduğunu görüyoruz.

İlk karşılaşmamızda, 'Muğla benim için her şeydir,' dedi Gürkan Bey.

'Muğla için elimden gelen her şeyi yaparım,' dedi.

'Var mısınız böyle bir tanıtım projesine,' diye de sordu. Yetinmedi!

'Sizi, Tekin Bey, isterseniz Muğla Ticaret Odası Başkanı, Bülent Karakuş ile tanıştırabilirim,' dedi.

'O size Muğla’yı anlatsın,' dedi ve hemen telefona sarıldı.

Yirmi otuz personelin çalıştığı iş yerini bıraktı, öne düştü, Bülent Bey’in makamında bulduk kendimizi.

Sayın Bülent Karakuş bir gün önce Rodos’tan gelmiş.

Fakat konu Muğla olunca, yorgunluğu falan bir yana bıraktı ve bizi kabul etti. Şimdi onun ofisindeyiz.

Sağ tarafta Gürkan Bey, karşımda Bülent Bey, Muğla söylenceleriyle, görkemli Muğla fantasyaları...

Muğla kent merkezinin tanıtımı üzerine onları dinliyorum. 'Uluslararası tanıtım, farklı bir şey,' diyor Bülent Bey.

'Bizim tanıtım materyaline ihtiyacımız var. En son Rodos'ta bir fuar açtık.

'Geçen ayın 30’unda.. Dün akşam bitti ve döndük. Biz oraya çok materyal götürdük.

'Avrupa’ya gittiğimizde de aynı materyalle tanıtım yapmak mümkün değil.

Yabancı dilde katalog, broşür götürdük. Burada gördük ki, ülkemizde kullanabileceğimiz şeylerin hepsini orada kullanmamız mümkün değil.

'Turizm Müdürlüğü’nün hazırladığı broşürümüz var. Biz, bunların dışına çıkmak istiyoruz.

'İnsanlar Muğla’yı merak etsin! İnsanlar standa girdi mi, “benim burayı bir görmem lazım, burda beni çeken şu var bu var,” desin.

'Muğla ile ilgili bir konsept oluşturmamız lazım.

'Benim aklımdan geçen, bundan sonraki herhangi bir yurt dışı fuarına gittiğimizde Muğla'yı anlatabilecek, insanları Muğla'ya çekebilecek şeyleri orda barındırmamız lazım.

'Datça’nın inciri ve bademi vardır. Biz standa onları götürdük, insanlar bunları kapıştı.

'Ama onu ticari bir meta haline dönüştürmek lazım. İşte, Muğla helvasını üç bin kişiye dağıttım orda, Rodos'ta üç bin kişi aldı yedi.

'Bunları daha derli toplu daha bir turizm, daha bir kültür varlığı olarak tanıtmamız gerekiyor.

'Merkez Muğla olarak.. ama bizim Ticaret Odası olarak da sorumluluğumuz var.'

Değerli İzleyici,

Muğla derken bir kent olarak 'merkez yerleşim' alanı vurgusu gerekiyor.

Muğla'yı seven insanlar var.

Muğla'nın marka olmasını isteyenler var. Muğla nasıl marka olabilir?

Muğla ulusal sınırlar içinde tanınıyor.

Fakat bu tanınma Muğla’yı bir turizm hedefi yapmaya yetmiyor.

Kimi işadamı kolları sıvadı ve Muğla'yı Marmaris, Bodrum gibi tanıtma seferberliğine kalkıştılar.

Oradan yayın yapıyor, Muğla Ticaret Odası Başkanı Sayın Bülent Karakuş ve işadamı Sayın Ercan Gürkan'ın tasarımlarını sizlere iletiyoruz.

Her şey Muğla için! Muğla ne yaparsa, nasıl bir tanıtım stratejisi uygularsa öne çıkar ve ulusal sınırların dışında bir marka olur?

Her marka olmanın da bir öyküsü var. Her tanışmanın bir öyküsü olduğu gibi.

Muğla Ticaret Odası Başkanı Sayın Bülent Karakuş ve işadamlarından Sayın Ercan Gürkan ile tanıştık.

Muğla’nın yurtdışında tanıtımı için büyük bir çaba, Muğla’nın öne çıkması için büyük bir özveri gayreti var Muğla’da ve onlarda.

Onlar ellerini taşın altına koymuşlar. Evet Muğla’yı kent merkezi olarak bir marka yapma zamanı geldi ve geçiyor.

Muğla’nın Bodrum’dan, Marmaris’ten eksiği nedir, söyler misiniz?

Muğla’nın marka olan öteki büyükkentlerden farkı nedir?

İkinci yazı bu konuda olacak.

Evet bir Muğla tanıtımı da bizden olsun...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 26 Nisan 2010

Foroğraflar; Feryal Özkale SonMez

11 Nisan 2010 Pazar

Adana'da bilardo imgelemi... Taş plak evet... komparsita çalıyor bugün... Turgay Bey ve bilardo ve Adana bilardo tarihine giriş...

Turgay Bey ve ailesini tanıdıktan sonra zihnimde yer etti ve Adana kent olarak yaşamaya başladı.

Adana'yı ve Sayın Turgay Bilgin'i son yedi yıldır kader birliği yaptığım, eşim Feryal Hanım nedeniyle tanıdım.

Turgay Bey, Feryal Hanım'ın dayısı olur.

Adana, Turgay Bey ve oğlu Bora ile oynanan bilardolar daha renkli ve çekişmeli hem de öğretici olur.

Adana’ya yetmişli yıllarda bir gece otobüsü ile ulaşma düşüncemden son anda caydım.

Anadolu’yu gece otobüsleri ile tanıma düşü vardı o günlerde bende. Adayaman, Urfa...

Gaziantep, Diyarbakır, Van, Hakkari, Ağrı, Kars gibi kentlere gece otobüsleri ile sabahleyin varıyordum.

Gündüz kenti görüyor gece yine bir otobüsle yola çıkıyordum.

Nasıl oldu, neler oldu, ayrıntılarda eski notlarıma bakmalıyım.

Değerli İzleyici,

O günlerde sanırım ya Adıyayaman - Adana ya da Gaziantep - Adana gece otobüslerinde yer bulamadım.

Böylece yönler değişti, Adana imajı eksik kaldı bende. Şimdi, Adana denildiğinde bilardo...

Turgay Bey'in özgün malzeme ile evde kendileri için yaptığı havuçlu şalgam suyu...

Mukaddes Hanım'ın üzüm yaprağı sarmaları ve tekne dibi ultra bilgisayar kullanıcısı..

On dört yaşında hayat dolu, okulda basketbol takımın koçu Bora var.

Tüm bunlar benim için bir açıdan 1920'li yıllardaki bir film makarası gibi zihnimde dönmeye başlıyor. Neden 1920? İlk; Bilardo! İki; Komparsita...

O komparsitalar ki, içli bir romansı romantik bir arenada ve bir taş plakta sarıyor oraya gider gitmez ve dünya 1920'ler imgelemiyle dönüyor.

Unutmadan bir ek daha,Turgay Bey'in favori müzik arşivi komparsitalar var.

Komparsitalar unutuldu! Bilardo Türkiye'de canlılığını yitirdi. Bazı bölgelerde hepten dirimiyle yok oldu.

Pekçok ilçede bilardo masalarını ara ki bulasın. Adana pes etmedi bilardo var ve yaşıyor!

Bugün 'kentler, insanlar, olaylar' başlığı altında yazmam istendi benden.

Bu tür projelerle bir yazar olarak benim arkaplan, bazı kesitleriyle açılıp saçılacakmış güya!

Her yazarın gizleri vardır ya hani! Konuşursam gezginlik sırlarım açığa çıkacakmış!

Sormuşlardı; nasıl yazarsınız? Yazarken yelkenleri açarım ve yaşarım diyorum bugün yine.

İşte böyle! Ben yetmişli yılların ortalarında derin bir aile travması geçirmiş, canım saydığım Yansıma Dergisi (1975) basımını durdurmuştum.

Gece otobüsleri ile Anadolu’yu bir kez daha sil baştan yaşamaya çıkmıştım. Kaç türlü Anadolu vardı?

Hindistan'ı (1990-1997) bir uçtan öteki uca, Güney Amerika'yı (1991-1995)...

Meksika'dan Şili'ye dek gece otobüsleri ile yaşamaya başlamamıştım henüz.

İki gezginlik evresi arasında on beş yıl var.

Hititler, Çatalhöyük, Kapadokya ilk duraktı o günlerde.

Anadolu Halk Tarihi projesini Yansıma Dergisi'nde (1972-75) gerçekleştiremedim.

Çıkış noktam şurasıydı! Evet!

Anadolu’yu tarih-insan, doğa-bitki, dağ-ırmak katmanları ile ne kadar tanıyoruz?

Anadolu gerçeğinin ne kadarını biliyordum? Anladım ki, her kentte tanımadığım apayrı tarih katında, apayrı tarih zincirine bağlı bir Anadolu vardı.

Eğilimler, bilardo, satranç gibi beyinsel davranış gücünü işlek kılan oyunlar...

Yaşamı bir yanıyla kolaylaştıran, akıl oyunlarını Anadolu coğrafyası içinde evcil ve kendisi kılan var mıydı?

Satranç, bilardo nerelerde, ne oranda görüyorduk? Tanıyor muyduk?

Örneğin sorabilirsiniz bana; Vietnam'da bilardo oynamadan önce Van'da ne yaptınız?

Van'da satranç oynadınız mı? Evet! Evet yanıtı vereceğim! Sorabilirsiniz bana!

Guatemala, Antigua'da bilardo masası aramadan önce Kars'ta bilardo oynadınız mı?

Evet! Böyle bir Anadolu kültür haritası ütopyası peşinde koşmuştum.

Sabaha dek sigara dumanları arasında aksırıp öksürerek, gece otobüsünden iniyordum.

Yeni bir kent bana günaydın diyordu. Bilardo bulunan kahveleri soruyordum.

Ardından tarih bölümünü içeren müze ve ören yeri gezilerim başlıyordu.

Manuel basit bir kamera elimde yol iz tepe tepe akşam üstü kent garajına dönüyordum.

Nereye bilet bulursam oraya... Erzurum'dan Trabzon'a mı, Sivas'a mı... Bir elimde yazı makinem...

Travma geçirdiğim o evreyi böyle biraz da böyle aştım...

Hindistan öncesi evet, Hindistan çileciliği yaşam gustosu ile aşabildim.

Geriye döndüğümde deprasyondan çıkmıştım.

Bilardo söylencelerini Hitit söylenceleriyle kaynaştırdım...

Mannheim Belediyesi konuğu olduğum 1986'da yazı makinemi Neckar Irmağı kıyısında...

Bir taş üstüne koydum ve Marissa Epos romanımın ilk sayfaslarını orada yazdım.

Romandaki bilardo ve Hitit söylencelerini Anadolu'daki gezginliklerde kardım ve

Bu temel üstünde yürüyeceğim yolun taşlarını döşemeye başladım daha o yıllarda.

Adana bu gezginliklerimden payını almadı, fakat son birkaç yıl içinde daha sıkı Adana yolcusu oldum.

Bilardo ile yelkenleri doldurdum. Bunu Turgay Bey'e borçluyum.

Bugün Adana tarihi, kent arkaik kalıtları kültür katmanları konusuna hazır değilim. Adana( Kadirli) Karatepe, Hititleri anlatır oysa...

Ceyhun Vadisi üzerinden geçen ve Füravun'u yenen Hitit kralı Mursilis (MÖ.1620-1590) ve Kadeş Savaşı üzerine yazamam bugün.

Kent, insan, olay panelinde görselliklerin yayılışından anlaşıldığına göre ön sırada odak noktası insan konusu; Turgay Bey var bugün.

Adana’da Turgay Bey (ailesi) benim için özel yeri olan seçkin insanlardan biridir.

Seçkin oluşu, kendi kendisi oluşu nedeniyledir ve bu, güvenilir Adana imgelimidir!

'Ne olursan ol' değil! Anadolu'da 'ne isen o ol' bilgelik sözü vardır.

Anadolu’da ‘kendin ol,’ öğüdü yerini bulmuş ve Turgay Bey, kendisi olmuştur.

Siyasal Bilgiler mezunu olmadan önce, Ankara'da müziğe ortaokul yıllarında bateri çalarak başlamış...

Sık sık piyano, arada bir akordeon, en çok gitar ile sahne almış...

On yıl futbol oynadıktan sonra, bırakma zamanı geldiğini görerek bırakmış...

Müzik severlere, büyük arşivinden seçme melodilerle CD'ler armağanı hobisi bugün de aralıksız sürer.

Türkiye güzellerinden birisiyle evli; üç çocuğu Berfu, Özgür ve Bora ile mutlu...

Bir bankada genel müdür yardımcısı olmuş ve Adana’yı kendisine gözde yaşam yurdu seçmiş.

Adana’ya varınca Turgay Bey ile bilardo oynamaya gideriz. Toplara daha çok o vurur, biz onu izleriz.

İyi bir bilardocu olamadım fakat bu bilardo tutkusu da az şey değil benim için.

Sarıkamış’ta başlayan yaşam boyu nostaljik bir bilardo tutkusu.

Sarıkamış’ta 60'lı yıllarda bilardo masaları vardı.

Çerkezoğlu Erdoğan, Tatar Burhan, çekişmeli bilardo oynardık.

Vietnam'da (1997) bilardo oynamadan öncesi idi...

Mannheim’da yazdığım Marissa Epos adlı romanımda alegorik metaforla bu konuyu işlemiştim.

Adana'da tarih de var. Son (Geç) Hititler'in merkezi de (Karatepe) burasıdır.


Eskiden kalan antropolojik araç ve gereçler ve arkaik varsıl kalıtlar örenler de var!

Bunlardan iki, üç farklı evre kalıtını sunuyorum.

Bugünkü asıl konu taş plak dönüyor; komparsita çalıyor. İmgelem Adana'da bilardo!

Görselliklerle Turgay Bey’i (Bora'yı) bilardo masasında izliyoruz.

Daha sonra yaşamına; Kayseri Develi’ye, Ankara'nın soğuk kış gecelerine... Daha sonra bir gün...

Piyano romanslarıyla devinen ve Turgay Bey'in gençlik romantizmiyle yelkenleri dolu yaşam zincirine anlatılarla, müzikle, anılarla döneriz.

Şimdi komparsita çalıyor taş plakta... Adana'da...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 11 Nisan 2010





Değerli İzleyici,

İlk fotoğrafta hem estetik olan hem zor olan bir vuruş var. Pek çok bilardocunun yapamadığı bir vuruştur bu. Yapılsa bile isabet oranı her bilardocuda aynı düzeyde olmaz. Çok çalışma isteyen bir vuruştur. Salt bilek, parmak devinimi ve refleksi değildir. Aynı zamanda bedenle - topun, çubuk/ısteka aracılığı ile zihinsel olarak da yakınlaştığı an başarı oranı yükselir ve vücut ısısı ile de tam bir konsantrasyon/yoğunlaşma ister ve bekler. Bu estetik vuruşa; "PİKE" deniliyor.