Bu bölümde sahaflık ustalarını anıyoruz kısaca.
Teknenin güvertesinde güneşli bir gün, deniz açık; önde sınırsız kitaplar okyanusu ve kaptan köşkünde bayrak, çeşitli dillerde üst üste kitaplardan flamalar...
Kitaplarla soluk alıp verenler için bir liman...
Değerli İzleyici,
Püzant Bey, Nedret Bey hem iş ortakları, hem de ortak bir payda altında kitaplarla yaşıyorlar.
Bu ikili şimdi burada engingönüllle kısa paslaşmalar yapıyor ve kitap serüvenlerini topu taca atmadan sunuyorlar. Söyleşiyi izliyoruz.
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez, 08 Nisan 2011, Stockholm
Birşey ilgimi çekti! ‘Ustamdan dinlemiştim,’ dedi, Nedret Bey, bir anlatı sırasında. Bu ustalarınız.. sizin ustalarınız Püzant Bey, Nedret Bey ile aynı ustalar mı? Sizin de ustanız oldu mu Püzant Bey?
Tabii! Usta çırak hikayesi şöyle, tabii muhakkak ustalar olmuştur. (p)
Peki ne nasıl alıyor? usta mı sırları söylüyor, yoksa siz çaktırmadan mı alıyorsunuz bunu ustadan?
Yanında çalıştığım o kadar usta sahaflar olmadı ama benim ilk başladığım dükkan daha evvel Bayan Venetya’ya aitti. (p)
Bayan Venetya! Nerede idi dükkan o zaman?
Bu dükkan Tünel’de şu an müzik mağazası oldu numara 16 Müzik aletleri satan bir mağaza oldu. Venetya Hanım kitabın kurduydu, bilhassa yabancı dilde Almanca kitapları falan çok çok iyi bilirdi. (p)
Venetya Hanım, Alman asıllı mıydı?
Alman asıllı değildi, rum asıllıydı. Almanca çok iyi bilirdi. Daha sonra Bayan Noumidis’in dükkanında da çalıştım. Bayan Noumidis tam bir İstanbul hanımefendisi idi (p)
Bayan Noumidis! O da Rum herhalde.
Evet! Saat böyle beş çaylarına giden.. neydi, Divan Oteli’nde beş çaylarına giden bir hanımefendiydi o. Onu da.. Nedret de tanıdı.. ben de tanıdım, çok yakinen de dost olduk onlarla da yani... (p)
Bayan Venetya! Bayan Noumidis! Bu iki ustanın farklı özellikleri var mıydı. neydi?
İkisinin çok farklı özellikileri vardı. (p)
Dil bakımında mı özellikler.. farklı diller mi vardı yoksa?
Diller değildi yalnız.. Venetya dediğim gibi Bayan Venetya, kitabı çok iyi bilen, bir kurt... (p)
Kokusunu alan.. kitap kokusu alan bir kurt mu?
Evet! Kokusunu.. kitap kokusu alan.. tabii öyleydi. Bayan Venetya’nın mesela dükkanına gittiniz.. şu kitabı aldınız elinize değil mi, çıkardınız raftan aldınız! ‘Yavrum, ben ona bir bakayım,’ derdi! Onu dedi mi siz o kitabı alamazsınız. (p)
Bayan Venetya; ‘yavrum, ben ona bir bakayım,’ dedi mi yandınız, demek Püzant Bey? Alamazsınız! Harika birşey! Kitabını satamayan biri daha işte, peki ya öteki? Bayan Noumidis?
Öteki öyle değildi! İsterseniz indirim bile yapardı Bayan Noumidis, güzel bir indirim bile yapardı. (p)
Bu iki ustada neden böyle bir fark.. var mı sahaflıkta bu tür özellikler?
Öteki.. çünkü.. öteki şöyle öteki matmazel çünkü kitapla ilgili değildi Tekin Bey.(n)
Hangisi matmazel.. Bayan Noumidis mi Bayan Venetya mı Nedret Bey?
Matmazel Noumudis matmazel Noumudis aslında kitapçılıkla ilişkisi olan bir hatun değil aslında o, sadece ve sadece babası olan, babası kitapçı meşhur Miltiyadis Noumidis’in dükkanını devam ettirmek ve onun adını ve anısını yaşatmak üzere o dükkanda var olan bir insandı. (n)
Hangi yıllar doğum tarihleri? Yüzyılın başı mı?
Noumidis mi? Noumidis tabii, 1910’lu 20’li yıllarda doğmuş bir hanımdı. Babası ise daha eski doğumlu. 1890’lar falan.. 1940’lı yıllarda, 45’temi, 50’demi o civarda da Miltiyadis Noumidis ölüyor. (n)
(Sürecek)
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
8 Nisan 2011 Cuma
5 Nisan 2011 Salı
Yeni öğrendiğim sahaflık geleneğinde de bir Leyla ve bir çok Mecnun öyküsü çıktı ortaya. Turkuaz takımı, Püzant Bey, Nedret Bey, bugün sahadalar...
Bugün 05 Nisan 2011, Salı. Bu sahaflar kitaplar blog çalışmaları bir yıl önce dün doğdu.
Bakınız: http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
Bu konuyu, doğum günü nedeniyle,kent ve insan başlığı altındaki bu blog ile de kutlamak isterim.
Doğaldır ki sahaflar konusu kent konusudur ve insan konusudur. Kitap kent ürünüdür.
İnsanlıkta kent kurma bilinci ve sosyal evrimi olmasa belki kitap da olmayacak...
Doğaldır ki sahaflar konusu kent konusudur ve insan konusudur.
Kitap kent ürünüdür. Leyla ile Mecnun ise köy öyküsüdür. Burada bir paradokds var.
Bu topraklarda sahaflar ve kitaplar öyle bir hazine, dahası define sanki...
Ben bunu otuz yıl önce sezgilerle değil de bilinçle görmüş olmalıyım ki "Elyazmaları" adlı öyküyü yazdım.*
Yayımlandı. Hani derler ya, tam üstüne bastın! İşte böyle! İyi de ne oldu? Şu oldu!
Bu satırların yazarı, Ölüme terk edildimiş kitapları kurtaran kitapçılarla karşılaştı.
Sahafları tanıdı. Onlarla birlikte kitap arkeolojisi bu topraklar için hiç de komik olmaz, diye düşünmeye başladı.
Tam bir yıl önce dün, ilk yayını yaptı. Şöyle ki yayını gerdi ve okunu attı...
Şimdi, ölüme terk edildimiş kitapları kurtaran kitapçılar, dedim.
Şimdi aslında şöyle oldu;sahaflar, geleneği leyla ile mecnunları buluşturma geleneklerini de yarattılar.
Değerli İzleyici...
Evet! Yeni bir tanım fakat eskiden bu yana süregelen bir heraket.
Bir anlamda nüfus hareketleri, diyorum ya ben, işte o. Hiç şaşırmadım bu sonuca...
Yahya Kemal Beyatlı'nın da Gece Leyla'yı Ayın On dördü, şiirini yazması boşuna değil!
Bu harekette başka ülkelerde olmayan bir içsellik var. Neredeyse ruhani bir durum!
Daha doğrusu içrek bir durum sözkonusu, aşk ve imgelem ise Leyla ile Mecnun.
Bu konu, bakıyorum da bayağı su götürecek... Bu sonuca şiç şaşırmadım gerçekten.
Bu toprakların kültürel varsıllığına da uygun. Bu konuya birkaç gün doludizgin devam edeceğiz.
Şöyle ki bir mahallede bir Leyla vardır! Bir köyde bir Leyla diyelim.
Yedi köyde sürüsüne bereket Mecnun çıkar ortaya, kan gövdeyi götürür,
Kim Leyla'yı vuslat terennümü ile gerdek gecesine sokacak diye, bayağı bir muharebe bile olur!
Sonunda başlık parası araya girer, kız başkasına kaçmasın diye gece vardıyasına çıkar ev ahalisi.
Sonuda yüklüce bahşişli başlık veren Leyla'yı alır kanlı gece için gerdeğe sokar.
Kanlı çarşaf sabaha kalmadan çıkar gerdek odasından ev ahalisine sunulur, sonra da köy ahalisi seyreder bu kanlı çarşafı. Öykü bu kadar değilmiş!
Benim yeni öğrendiğim sahaflık geleneğinde de bir Leyla ve bir çok Mecnun öyküsü çıktı ortaya.
Burada benzerlik yine başlık parasına benzer, sahafın hoşnut edilmesi geleneği varmış.
Bu arada kızın kaçması, kaçırılmasına benzer bir de kitabın kaçırılması var.
Şöyle ki siz bir kitabı beğeniyorsunuz, böyle mi, bu kitap kaçırılıyor...
Dün, kitap ve sahaf blog'da yayınladım.(*) Buraya da alıntı yapıyorum.
Bakın Püzant Bey diyor ki;Şimdi efendim bundan yıllarca önce, biraz evvel hatıra da dediniz, Nedret Bey'le bir kütüphane işine gitmiştik, biz kütüphane pazarlığını yaparken, orda çok güzel birkaç tane, yani nadir kitaplar gördük. Fakat bizim gözlerimizin parladığını tabii kitabın sahibi orda farkına vardı ve ben size bu kitapları daha sonra vereyim dedi, bir daha o kitapları alamadık.
Nasıl benzerlikler, tıpkı satranç taşları gibi yerli yerine oturdu mu?
Şimdi derbi maçını dün bıraktığımız yerden sürüyoruz.
Dün Püzant Bey'in bir ara topuk pası yaparak bir anlamda kendisine verdiği pası, Nedret Bey, zarif bir hamle ile aldı ve onsekiz içine kadar yine zarif figürlerle geldi ve topu dizinin üstüne aldı, yükselen topa bir kafa koydu ve köşeden fileleri buldu.
Bugün bakalım hangisi gol atacak, izleyelim...
NOT; Blog yazıları kısa olsun. İnsanlar zamana karşı koşan küheylanlara döndüler... Kısa kesiyorum, devamı yarın...
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez, 05 Nisan 2011, Stockholm
(*) http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
(*) elyazmaları kars platosu öyküleri, tekin sonMez, NİS Media ya, ilk bası 2004, istnbul.
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
Bakınız: http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
Bu konuyu, doğum günü nedeniyle,kent ve insan başlığı altındaki bu blog ile de kutlamak isterim.
Doğaldır ki sahaflar konusu kent konusudur ve insan konusudur. Kitap kent ürünüdür.
İnsanlıkta kent kurma bilinci ve sosyal evrimi olmasa belki kitap da olmayacak...
Doğaldır ki sahaflar konusu kent konusudur ve insan konusudur.
Kitap kent ürünüdür. Leyla ile Mecnun ise köy öyküsüdür. Burada bir paradokds var.
Bu topraklarda sahaflar ve kitaplar öyle bir hazine, dahası define sanki...
Ben bunu otuz yıl önce sezgilerle değil de bilinçle görmüş olmalıyım ki "Elyazmaları" adlı öyküyü yazdım.*
Yayımlandı. Hani derler ya, tam üstüne bastın! İşte böyle! İyi de ne oldu? Şu oldu!
Bu satırların yazarı, Ölüme terk edildimiş kitapları kurtaran kitapçılarla karşılaştı.
Sahafları tanıdı. Onlarla birlikte kitap arkeolojisi bu topraklar için hiç de komik olmaz, diye düşünmeye başladı.
Tam bir yıl önce dün, ilk yayını yaptı. Şöyle ki yayını gerdi ve okunu attı...
Şimdi, ölüme terk edildimiş kitapları kurtaran kitapçılar, dedim.
Şimdi aslında şöyle oldu;sahaflar, geleneği leyla ile mecnunları buluşturma geleneklerini de yarattılar.
Değerli İzleyici...
Evet! Yeni bir tanım fakat eskiden bu yana süregelen bir heraket.
Bir anlamda nüfus hareketleri, diyorum ya ben, işte o. Hiç şaşırmadım bu sonuca...
Yahya Kemal Beyatlı'nın da Gece Leyla'yı Ayın On dördü, şiirini yazması boşuna değil!
Bu harekette başka ülkelerde olmayan bir içsellik var. Neredeyse ruhani bir durum!
Daha doğrusu içrek bir durum sözkonusu, aşk ve imgelem ise Leyla ile Mecnun.
Bu konu, bakıyorum da bayağı su götürecek... Bu sonuca şiç şaşırmadım gerçekten.
Bu toprakların kültürel varsıllığına da uygun. Bu konuya birkaç gün doludizgin devam edeceğiz.
Şöyle ki bir mahallede bir Leyla vardır! Bir köyde bir Leyla diyelim.
Yedi köyde sürüsüne bereket Mecnun çıkar ortaya, kan gövdeyi götürür,
Kim Leyla'yı vuslat terennümü ile gerdek gecesine sokacak diye, bayağı bir muharebe bile olur!
Sonunda başlık parası araya girer, kız başkasına kaçmasın diye gece vardıyasına çıkar ev ahalisi.
Sonuda yüklüce bahşişli başlık veren Leyla'yı alır kanlı gece için gerdeğe sokar.
Kanlı çarşaf sabaha kalmadan çıkar gerdek odasından ev ahalisine sunulur, sonra da köy ahalisi seyreder bu kanlı çarşafı. Öykü bu kadar değilmiş!
Benim yeni öğrendiğim sahaflık geleneğinde de bir Leyla ve bir çok Mecnun öyküsü çıktı ortaya.
Burada benzerlik yine başlık parasına benzer, sahafın hoşnut edilmesi geleneği varmış.
Bu arada kızın kaçması, kaçırılmasına benzer bir de kitabın kaçırılması var.
Şöyle ki siz bir kitabı beğeniyorsunuz, böyle mi, bu kitap kaçırılıyor...
Dün, kitap ve sahaf blog'da yayınladım.(*) Buraya da alıntı yapıyorum.
Bakın Püzant Bey diyor ki;Şimdi efendim bundan yıllarca önce, biraz evvel hatıra da dediniz, Nedret Bey'le bir kütüphane işine gitmiştik, biz kütüphane pazarlığını yaparken, orda çok güzel birkaç tane, yani nadir kitaplar gördük. Fakat bizim gözlerimizin parladığını tabii kitabın sahibi orda farkına vardı ve ben size bu kitapları daha sonra vereyim dedi, bir daha o kitapları alamadık.
Nasıl benzerlikler, tıpkı satranç taşları gibi yerli yerine oturdu mu?
Şimdi derbi maçını dün bıraktığımız yerden sürüyoruz.
Dün Püzant Bey'in bir ara topuk pası yaparak bir anlamda kendisine verdiği pası, Nedret Bey, zarif bir hamle ile aldı ve onsekiz içine kadar yine zarif figürlerle geldi ve topu dizinin üstüne aldı, yükselen topa bir kafa koydu ve köşeden fileleri buldu.
Bugün bakalım hangisi gol atacak, izleyelim...
NOT; Blog yazıları kısa olsun. İnsanlar zamana karşı koşan küheylanlara döndüler... Kısa kesiyorum, devamı yarın...
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez, 05 Nisan 2011, Stockholm
(*) http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
(*) elyazmaları kars platosu öyküleri, tekin sonMez, NİS Media ya, ilk bası 2004, istnbul.
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)