11 Ocak 2011 Salı

Ankara yüzlerce roman konusu olur ve Seyhan Palas efsanesi ve Sayın Yavuz Bilgin bir tarih olan babası öğretmen Ahmet Bilgin'i anlatıyor, söyleşi...

Renkli bir hayat yaşamış, 1906 doğumlu ‘Ahmet Bilgin’ öyküsünün bir bölümünü dün okuduk.

Benzer uğraklar içinde bu anlatı bugün de sürüyor. Geçen yüzyılın başları olsa da Ankara öyküsü 1920’lerde başlar.

İvme yaşanır, 1950; Anadolu'dan yola çıkan hızlı, genç nüfus hareketleri Ankara’yı canlı bir Başkent yapar.

Ankara söylencesi olduğu kadar hem de insanımızın girişken macera yeteneğini anlatan pek çok öykü vardır.

Bugün Ahmet Bilgin ile düşlenen söyleşi var. Bu satırların yazarı bunu farklı bir ekranda izliyor.

Şöyle ki, olay şimdi başka bir mercekte ve belki üç boyutlu. Doksanlı yılların başlarında, yazarımız.

Daha doğrusu bu satırların yazarı, Ahmet Bey ile söyleşi yapmak isterken, treni kaçırır ve sözleşilen yerde olamaz.

Olay aslında ilk evresi ile şöyledir! Bu satırların yazarı, Ankara’da bir imza günü yapar; 1982 - 83 olasıdır.

Bütçesine uygun bir otel araştırırken, Seyhan Palas karşısına çıkar.

O günlerde rastlantısal olan tanışmada, söz uzar ve Ahmet Bey ile doğaçtan bir söyleşi fırsatı doğar.

Sağ üstte görülen Ahmet Bey (1922) ile söyleşi olan Ankara düşü (1980 ilk yıllar) başlar ve o günler hep konuşulur.

Fakat olanlar olur! Bu söyleşi tasarımı, verilen saatin kaçmasıyla bir düş kırıklığı olarak son bulur. Bakın nereden nereye!

Sarıkamış 1936 blog dizisi de işte yine buna benzer nedenlerle bu satırların yazarını koşturur.

Değerli İzleyici,

Sağda 1924 Sarıkamış doğumlu Cemal Şenocak, 1936’daki o fotoğrafta on iki yaşındadır.

Solda fotörlü, otuzunda ticaret ve bürokrasi içindedir Cemal Bey.

Dipten gelen genç dalgalar sarsar Ankara'yı... İşte böyle!

Ticaret ve bürokrasi rüzgarına tutulmuştur...

..dağlar, ovalar, köyler. Yeni bir yaşam başlamaktadır.

Hemen Sol alttaki sahne (1955) Cemal Bey ve tepede bir konakta Ankara sosyetesi. Başkent ortaya çıkıyor işte.

Dalgalar, Anadolu’dan gelen genç nüfus hareketleri Ankara’yı sarar, sarmalar. Öykü ne olacak dersiniz?

Evet! Ahmet ve Mahmut Bilgin kardeşler de o günlerin içinden geçerler.

Ortak yol ayrımları var. Yolların çakışması ve örtüşmesi, ayrışması var.

Soldaki Ankara sosyetesi (1955) olmasa bile, Ahmet Bilgin’in oğulları Seyhan Palas prensleri olur.

Mahmut Bilgin Seyhan Palas’tan ayrılır fakat oğlu Turgay Bey tıp değil, siyasal bilimler okur.

Gerçekte Ankara, bu nedenle de bir roman değil yüzlerce roman konusudur.

O yılların salt anısı değil, Ankara ve ticaret ve bürokrasi rüzgarı, bu satırların yazarını çeker.

Sağda (1936) bağdaş kurmuş çocuk grupta sol başta (1955) durur. Ankara'da yüksek bürokrat olur Cemal Bey. Bakın Ankara coşkuyla kurulur!

Kasım 2010’da yolumuz Ankara’dan geçti. Seyhan Palas'da konaklamayı kurduk.

Feryal Hanım; 'İyi tanırım, bizim akrabalarımız olurlar,' dedi.

Ahmet Bey’in yeğeni Mahmut Bey'in oğlu (abla Tülin Hanımın sağında görülen, 1975) Turgay Bey’e telefonla sorduk.

On yıl öncesine kadar Emlak Kredi Bank Genel Md. yardımcılığı yapmış Sayın Turgay Bilgin.

Amcası Ahmet Bey’in oğulları bu oteli işletiyor diye biliyorduk.

Hüzünlü ve hayıflanan bir sesle; ‘Tekin Bey otel yıkıldı maalesef! Bütün anılarımız da orada gömüldü gitti,’ dedi.

Böylece bir tarih olan Seyhan Palas’ı, Ahmet Bey’in en küçük oğlu Yavuz Bey’e soracağız.

Soldaki kişi (1975) Ahmet Bilgin, Seyhan Palas'ın kurucusu, Yavuz Bey’in babası.

31 Ekim 2010 pazar, Yavuz - Ayla Bilgin çiftinin evinde, Ankara Dikmen’deyiz.

Bu kez treni kaçırmadık, Yavuz Bey'le heyecanla tanıştık. Bakın nereden nereye!

Feryal Hanım, Turgay Bey’in yeğeni, Yavuz Bey ile kuzen çocukları...

Şimdi Ahmet Bilgin’in oğlu (solda; damat bey, yanında gelin Ayla Hanım ve baba Ahmet Bey, 1975) Ankara 1951 doğumlu, Sayın Yavuz Bilgin.. Seyhan Palas’ın son prensi.. bu katılımcı söyleşiyi birlikte izleyelim.

Yavuz Bey, Ayla Hanım, kızları Şebnem Hanım, eşim Feryal Hanım ve bu satırların yazarı keşif masasındayız.Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 11 Ocak 2011, Stockholm

Sevgili Yavuz Bey, eşim Feryal Hanım’ın büyüğü Nedim Bey’i bilirsiniz. Örneğin, ‘insanın bir hobisi olmalı,’ der sık sık. Geçenlerde konuşurken, ‘sizin hobiniz de sadece motosiklet mi oldu,’ diye sordum. Çok büyük bir madalya birikimiyle ortaya çıktı Nedim Bey.

Nedim Bey, 1960 Ankara doğumlu.. aranızda sekiz on yaş var.. Nedim Bey neşeli ve hayat dolu bir insan. Annesi Tülin Hanım, amcanızın kızı olur. Nedim Bey için ona benzer bir önmodel bakınırken siz karşıma çıktınız. Sordum, bu motosiklet tutkusunu. Ne dediler biliyor musunuz! Yavuz! Yavuz Bey işte öykü böyle böyle başladı, ilginç değil mi, ve bakın öykü şimdi nereden nereye geldi!
Benzer hobilerinizi merak ediyorum Yavuz Bey! Bir motosikletiniz olmuş. İsterseniz Nedim Bey’den başlayalım. Bir bölümü ile çocukluğunuzun, gençliğinizin kesiştiği noktalar var. Bu yaşamı tutuş tarzıyla, tuttuğunu koparan tipler.. hayranlık duyarım...

Teşekkür ederim, sağol Tekin abi.
Ankara 70’li yılların ortaları ve Seyhan Palas.. Yavuz Bey, bu motosiklet tutkusu nasıl başladı sizde?
Valla bilmiyorum ki, babama zorla motosiklet aldırdım.
Feryal araya giriyor; Nerde gördün? Elvis’ten filan mı heveslendin, nasıl oldu bu iş? O zamanlar kim vardı, bir film mi izledin? James Dean mesela, meşin ceket, motosiklet...
Yavuz Bey, duyduğuma göre bir de araba aldırmışsın, Seyhan Palas’ın prensi olarak ki o zaman kimsede araba da yokmuş...
Feryal Hanım o günleri bildiği için anımsatıyor; Murat 124’ün mü vardı? Küçük arabalardan ilk çıkanlardan, maviydi. Ahmet amca bir tane aldı Yavuz abiye.(Sağdaki küçük fotoğraf Yavuz Bey'in Edip eniştesi ve babası ile o günlerde Feryal.)

Yani Feryal, şimdi aldı derken.. babam almadı, peşinatını verdi, taksitlerini de ben ödedim.
İyi de o yıllarda bir araba alma kuyruğu da varmış. Seyhan Palas ve Ahmet Bey kefil mi oldular?
Yok yok Tekin Abi.. Babam değil.. kefilim kimdi biliyor musun? İki kefil istiyorlardı ya, Edip enişte, (Nedim ve Feryal kardeşlerin babası, albay) kefilin bir tanesi, bir tanesi de Çikobirliğin müdürü vardı, soyadı Kütküt.. ismini hatırlayamadım. Hemen verdiler bana arabayı, yoksa böyle aylar sürecekti... biri albay, biri genel müdür...

1950’li yıllarda Ankara’da bir ticaret ve bürokrasi sosyetesi oluşur.. Yavuz Bey siz ve Nedim Bey hangi yıl, böyle bir hobi, diyelim ve nasıl oldu?
76 filandır, (Feryal) Ben 12-13 yaşlarındayım. Nedim 15-16 yaşında. Nedim lisede değil mi?
Bak Fereyal, Nedim ticarete şöyle başladı.. Tülin abla dedi ki, ticarete başlasın, bir şeyler satsın dedi. Nedim liseyi bitirmemişti.. öğrenciydi belki de.. hatırlayamıyorum. 75 belki de.
Yok! 75’de evlendik, (eşi Ayla Hanım) evlendikten sonra.
Tekin Abi, galiba 78 falan, şimdi ben.. parfümeri, toptan parfümeri işi yapıyordum.. elimizde depoda olan malzemeleri.. parfümleri Nedim alıyordu.. mesela bir çanta.. resmi dairelere gidiyordu. Resmi dairelerde, mesela İçişleri Bakanlığı, Köyişleri Bakanlığı, Tarım bakanlığı, oralarda pazarlıyordu bunları, para kazanıyordu yani.
Bir de Ulus’ta (Feryal) bir yere tezgah mı açmıştınız?
Nedim var mıydı o zaman, iyi hatırlamıyorum.. ben açmıştım.
Seyyar, seyyar tezgah... (Ayla Hanım) Nedim yok muydu?
Nedim’le ikimiz mi, haa.. evet! Ulus’ta heykel’in olduğu yere mi açmıştık? Onunla oraya bayramda gittik, tezgahı kurduk.
Yavuz Bey, işte ben bu cesarete hayranlık duyarım. Bakın Ankara’da ticaret böyle böyle oluştu.. çok güzel, işte hayat adamı böyle olur bakın.. Şimdi 1906 doğumlu, Konya Muallim Mektebi mezunu Ahmet Bilgin, babanız, o da ticarete girmiş. Seyhan Palas Cebeci’de, yoktan varolmuş! Ankara’nın ilk Başkent oluş yılları.. Ahmet Bey kendisi yok, onu yitirdik, fakat oğlu, Yavuz Bilgin olarak anımsadığınız neler var?

Tekin abi, Tokat Zile’sine öğretmen olarak gönderiyorlar babamı.. evet.. işte hem müzik öğretmenliği, hem okul müdürlüğü, hem sınıf öğretmenliği hepsini bir arada götürüyor babam,’ diye anlatıya başlıyor Yavuz Bey. Savaş sürecinde, ‘iki kere askerlik yapıyor, yedek subay olarak’ yapıyor.

1945’de terhis olacaktır Ahmet Bey. Bundan sonra neler olmuş anlattı mı size?
Tekin Abi, babamın anlattıkları şöyle; İkinci Dünya Savaşı, ondan sonra da tekrar Tokat Zile’sine öğretmen olarak gidiyor babam.
Sonra bir kırtasiyeci dükkanı işletiyor ikisi Ahmet ve Mahmut kardeşler orada.
Açmışlar da, ondan pek haberim yok.. işte amcamla çalıştırmışlar.
Ayla Hanım araya giriyor; o arada lokanta açmış.

Tekin Abi.. İşte lokantayı da.. hazırlık yapmış babam. Bir 29 Ekim bayramı.. vali geliyor, vali muavini geliyor.. herkes geliyor.. o arada bir lokanta açmış, konuşma hazırlığını yapmış babam. Cumhuriyet Bayramı töreninde, herkes konuşma yapmış bu sefer babama sıra gelmiş, babam da işte herkes gibi.. 'bayramınız kutlu olsun,' filan derken, 'bugün demiş size sevindirici bir haber daha vereceğim' Tokat Zile'mizde bayram hatırası olarak bir lokanta açılmıştır, ismi Cumhuriyet Lokantası’dır, hepinizi bekleriz demiş.”

İşte onda Cumhuriyet’in ihtiyacı olan ticaret ruhu var, değil mi? Sonra Ahmet Bey, Ankara’ya mı geldi.. emekli mi oldu.. nasıl oldu?
Öğretmenlikten istifa ediyor babam. Şimdi, onu başka bir yere sürgüne göndermişler veya başka bir sevmediği yere, o da başka bir vazife bekliyormuş galiba, istifa ediyor.
Yavuz Bey, tarih sıralaması olmayabilir, ilginç olan Ahmet Bey’in öğretmenlikten ayrılıp ticarete atılması. Bu nasıl gelişiyor?

Tekin Abi.. tabii onu çok anlatırdı babam. Önce İstanbul’a gitmişler amcamla, orda bir kayık kiralamışlar, 20-30 kasa gazozu kayığa yüklemişler. Amcama demiş ki 'Mahmut, sen bağır ben akordeon çalacağım.' Sahilden, böyle kayıkla.. sahilden geze geze, böyle, müthiş.. üç ay dört ay.. beş ay güzel gazoz satmışlar yaz mevsiminde.

İşte Türkiye’de kalkınma modeli! Bundan sonra Ankara’ya mı, Tokat’a mı gidiyorlar?

Babamın yetiştirdiği talebelerden bir tanesi Ankara Tıp Fakültesi Hastanesinin başhekimi olmuş, tabii aradan zaman geçmiş. Başhekimin yanına gidiyor babam, diyor ki 'bana bir iş verin burda.' 'Hocam sana ne iş verelim burda?' 'Buranın kantinini ver bana,' diyor, babam. Oranın kantinini alıyor. İki abimle beraber, Tıp Fakültesinin kantini.. ne demek Tekin Abi. Şimdi orda babam para kazanıyor. Haa.. ondan evvel.. Ankara’ya geldikten sonra, beş kilo süt alırdım derdi bana /../ akordeon çala çala veya keman çala çala süt satardım derdi.
Hastane kantini ondan sonra mı geliyor?
Evet! Ondan sonra kantin. Kantini işletmeye başlıyor babam, kantini işletirken bu arada Cebeci’den iki tane arsa alıyor, o zaman krediyle, Ziraat Bankasından. İki tane yan yana arsa, bir iki sene bunun taksitlerini ödüyor işte kantinden, ondan sonra bu yandaki arsayı satıyor, borcunu tamamen kapatıyor.
Seyhan Palas Oteli’nin kısa tarihi, bu tarihin arka planı bu kadar mı?
Tekin Abi, borcunu bitiriyor, ondan sonra oraya otel yapıyor. Otel yapmadan önce ilk alt katı yapıyor, günde 1000 kişiye yemek verirmiş babam orda. İlk tabldotu Ankara’da babam icat etmiş, üç çeşit yemek şu kadar. Bak kaç sene önce.. 60 sene 70 sene evvel. Oradan kazandığı parayla binayı bitiriyor.
Bu da yaratıcı düş gücü ister! Öğrencilere ucuz yemek ve sürüm tabii. Yavuz Bey, bir de siyasete atılma öyküsü olmalı Ahmet Bey’in, değil mi?

Ondan sonra Develi, Zile Belediye reisi oluyor.
Çok ilginç bir öykü, İstanbul’da gazoz satarken ezgi söyleyen akordeon duruyor mu?
Akordeon köyde (Zile) duruyor.
Yavuz Bey fotoğraftaki keman nerde?
Kemanı abim aldı.
Ondan geriye kalan bu iki fotoğraftan başka, göreceğim hiçbir şey yok mu?
Bir iki tane saat vardı, o saatleri de oğlum Tolga’ya verdim, sakla bunları diye.
Müzik yok mu.. Siz ne çalıyorsunuz?
Ben akordeon çalarım.
Akordeon var mı şimdi evde?
Yok. Bateri çalarım bir de.
Var mı evde bateri?
O da yok. Turgay abi gitar çalar mesela.
Turgay Bey, onu dinliyoruz, bize konser veriyor gittiğimiz zaman. Sizden ne dinleyelim, bir şey yapın Ahmet beyin anısına, akordeon çalın yeter.
Yoo inanın yani, yoo onu çalamıyorum.
Çok ilginç örneğin sandalda giderken akordeon çalması.. bunun gibi, onunla ilgili başka öyküer var mı?
İşte babamın bana anlattıkları bunlar Tekin Abi, yani aramızda mesafe çoktu babamla bizim...
Böyle Nedim Bey gibi madalya, kılıç, kalkan yok mu?
Bende hiçbir şey yok.
Motosiklet nerede?
Yok! Motosiklet yok, sattık bitti.
Ama bir hobiniz vardır?
Gençken hepsini yapmış (Ayla Hanım) bıraktı sonra.
Sonra hepsini bıraktım. Hayatı dört dörtlük yaşadım. Şimdi hiçbir şey yok.
Hepsi bu kadar mı? Nedim Bey, sizi hep bir motosikletle mi sadece takip etti, Ankara’da?
Evet! Motosikleti iyi ve sert kullandım...
Kaç yıl kullandınız Yavuz Bey?
Tekin Abi 68’den, 75’e kadar kullandım, yedi sene.
İki motosiklet, ikiniz arka arkaya mı sürüyordunuz Ankara’da o zaman?
Yok, motosikleti yoktu Nedim’in o zaman.
Sağdaki fotoğrafta görülen Nedim Bey, o günlerde sizin motosikletin terkisine mi biniyordu?
Evet! Benim motosikletime arkaya biniyordu.
Ankara, motosikletin sesi ile inliyordu galiba. Tamam! Türkçede kulağına küpe olsun derler. Ahmet Bey’den geriye kalan böyle bir söz yok mu?
Aynen öyle Tekin Abi.. Şimdi bana derdi ki, mesela ben lise çağlarındayken. Bak derdi kulağına küpe olsun derdi, 30 sene sonra 40 sene sonra şu iş revaçta olacak derdi. Hangi iş baba derdim, optik işi, yani gözlük işi 30 sene sonra çok revaçta olacak derdi bana babam. Onu görüyordu babam. Babamın işte, ticaretteki en büyük lafı şuydu; 'Oğlum derdi, bir iş insanı zengin eder, iki iş oyalar, üç iş batırır derdi, ona göre ayağını denk al!..'

Ankara-Dikmen 31 Ekim 2010 Pazar. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder