5 Nisan 2012 Perşembe

James Joyce son yüz yılın ilk on romancısı arasında gösterilen bir yazar. ‘Sanatçı’ diyor. Ben, 'genç bir adam olarak yazarın portresi,' diyorum.

Celal Özcan 1941 doğumlu. 45 sayı yayınlanan Yansıma’da (Ocak 1972- 1975) dört öyküsü yer almış. Yansıma‘ya daha altıncı sayıda katılan bir yazar.

Yansıma Dergisi’in 1972 Mayıs (6.) sayısında:‘helva ve ekmek’ başlıklı öyküsünü yayınlamışım. Bu öyküsü yayınlandığında otuz yaşlarındadır. 9. sayıda: “Ceketsiz” , 22. sayıda: “Kapının ardı” ,” 45. sayıda: “Hediye” adlı dört öyküsü ve dört ayrı sayıda düzyazılarıyla toplam sekiz sayıda ürünleri yayınlanmış.

Genç bir adam olarak Celal Özcan portresi nedir?

Kırk Yıl önceki “ Helva ve Ekmak” adlı öyküsüyle Celal Özcan ne demek istiyor?

Öykünün ilk tümcelerini birlikte izleyelim.

“Baba baba, koş bak. Ne güzel kar yağıyor!.
“Billur avizenin şıkırtılı ışığında, kaloriferli-sıcak odada. Kışlık pıjamalar üzerinde bir baba. Anne, platin uçlu dolma kalemiyle, yazı masasında Erzurum daki teyzesine bu İstanbul kışını anlatmada.”

Yukarıdaki başlangıçla kırk yıl önce yayınlanan bu öyküde ne var? Celal Özcan öyküsünü neyin üstüne kondurmuş? ‘Helva ve Ekmek’başlıklı öykü toplumasal nüfus hareketlerini her hangi bir yerden veriyor mu? Kentlere doğru yürüyen ayak sesleri var mı yok mu?

Yazarın genç bir adam olarak portresine baktığımızda ‘Helva ve Ekmek’ adlı bu öyküde hangi bildiriyi, satır aralarıdna okuyacağız? Celal Özcan, ‘Billur avizenin şıkırtılı ışığında,’ neyi göstermek ister.

Daha üç beş tümce okur okumaz, kapalı bir anlatı olmadığını görüyoruz. İlk algının önemini bilen bir öykücü olarak Celal Özcan elini çabuk tutmuş ve daha ilk girişte ve ilk görüşte bağlanan bir duyarlıkla işe koyulmuş.

Ekmek ve helva adlı öykü, kentiçi titreşimlerle kenti kendisine öykünen bir öykü. İki paralel kulvarda, kendisiyle örtüşerek ve kişisini ön sırada tutarak kent içinde, kentin kalbine doğru ilerliyor. Kentin kalbi yeri ve yurdu değişgen çekirdek ailedir. Yan öyküler daha ilk tümcelerle orada hazırdır.

Çocuğun: “Baba baba, koş bak. Ne güzel kar yağıyor, ünlemeleri gibi, 'Anne, platin uçlu dolma kalemiyle, yazı masasındadır.' Bu üçlü arasında tökezlemeden ve fakat çokluk çocuğa tutunarak paralel iki kulvar arasında ileri geri yürümesini izliyoruz yazarın.

Paralel iki kulvar arasında ileri geri yürümeye çalışan baba kimliği ve kişiliği, bu öykü boyunca iki farklı dil ve iki ayrı kişi adılı ile yazılan öykünün temel kişisidir. Yan ayraçlar da dahil bu temel kişinin önünde ardında kendi dokusunu sürdürüyor tüm öykü.

İkilik izlenimi veren, iki farklı toplumsal katmanı gösterme çabası izlenimi verilmek istenen anlatı, aslında aynı kişinin iki ayrı yaşam parçası üzerindedir. Ağır çekimle işleyen bir tahtaravalli düşünelim burada.

İki ucunda iki ayrı çocuk, aşağı yukarı devinmektedir. Baba kimliği ise bu tahtaravallinin ortasında, bir ayağı bir yakada, öteki ayağı beri yakada her iki çocuğa da zaman ve güç vermektedir.

Bu tür öyküler geçmişle bağlı oldukları için bir yanları ile romantizme, öteki parmakları ile rasyonalizme sokulan anlatılardır. Yine bu tür çelişkileri yumuşatarak sergileyen anlatılar bir yanı ile varsıllık öteki yanı ile yoksulluk söylemini abartmadan öykünme tekniği ile gerçekleştirilen anlatılardır.

Böyle olduğu için de lirik bir anlatım eşliğinde ilerlemesi zorunluk ögesi olarak yazarın gündemine gelir ve zorlar onu. Ekmek ve helva almak için koşan çocuk için çırpınan bir anne motifi ile 'platin uçlu dolma kalemiyle yazan anne' motifi de, eytişimsel düçünceye göre zıtların ayrılmaz birliğidir.

Dolambaçlı eğretileme kullanılmadan kendi sesi ile ilerleyen öykü bir anlamda yazarının sesi ile canlanmaktadır. ‘Ceketsiz’ ve ‘Hediye’ başlıklı öykülerde yine çocuk kişilerle, çocuk kimliklere öykünen anlatılardır.

Bu tür öyküler kullandıkları teknik birimleri nedeniyle şöyle ki; dil birliği, dilde tutarlılık ögesiyle de geçişken zamanların tek düzlemde örtüşmesi becerisini isterler. Geçişken zamanların bu tür öykülerde örtüşmesi nedir?

Kişileri kendileriyle örtüştüren zaman tünelidir. Bir yanı yeraltında bir yanı yerüstünde çift ray sistemi ile ileri geri çalışabilen bir yol izlenimi verir bu tür öyküler.

Romantizmi naturalist geçekçilikten açık ara olmadan söylemine ve kişilerin karekteristik eğilimine emziren anlatılar, hem de yazarını kendi sesine katan öykülerdir.

Celal Özcan’ın bir yazar olarak kırk yıl önce ortaya koyduğu bu başarısı da bu ögeleri bilinçle kullanmasındadır.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 6 Nisan 2012, Stockholm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder