4 Nisan 2012 Çarşamba

James Joyce son yüz yılın ilk on romancısı arasında gösterilen, ünlü bir yazar. ‘Sanatçı’ diyor. . Ben, yazarın genç adam olarak portresi, diyorum.

Burada kent ve insan odaklı toplumsal bir devinim konusu var. Yazarlar da kentlerle açıklanır. Salt açıklama da yetmez.

Kentler yazarlarla adlanır da. Türkiye gibi özel durumlarla çağın lokomotifine yüklenen bir ülkede bile yazarın genç bir adam olarak portresi, bunu veriyor.

Değerli İzleyici,

Yazarın bir sanatçı olarak değil, ‘genç bir adam olarak portresi’ nasıl olur?

İkinci soru: yazarın genç bir adam olarak kentlerle, nasıl bir ilişkisi olur?

30 ağustos 1973 tarihli mektubunu Yansıma’ya, Kayseri’den yazıyor, Sivas’tan, Van’dan değil. Nasıl yazıyor? Ne yazıyor?

Genç bir adam portresi olarak şöyle yazıyor.

Okuyalım:‘Tekin Bey,
‘Temmuz ayının sonlarında eşim ve küçük çocuklarımla büronuza gelmiş, iki öykümle bir şiirimi bırakmış, ayaküstü tanışmıştık.
‘Şimdi de derginize Jack London’un ‘Uçurum İnsanları’ romanı üzerine yaptığım, beğeneceğinizi umduğum bir eleştirimi gönderiyorum.
‘Olumsuz yargılarınız olursa yanıt verilerek yazılarımın gönderilmesini saygılarımla dilerim.
‘Ak günler sizin olsun.
‘Mehmet Güler, Nazmi Toker Ortaokulu, Ed. Grb. Öğretmeni, Kayseri’

1973 Temmmuz sonlarında, ‘ayaküstü tanışmıştık’ diyor. Bu tanışma onda olumlu izler bırakmış olamalı ki aradan bir ay geçmeden bir çağrışım metaforu ile kendisini çocukları ve eşi ile anımsatıyor.
2
28 yaşındadır, Sivas’ın Çepni Köyü’nde doğmuştur.

O köy çocuğuna inanılmaz bir şey olmuştur.

Köy çocuğu, çantasında öykülerle büyük kentlere gitmek, orada dergilere ulaşmak ve ürünlerini tanıtmak düşleri görmeye başlamıştır.

Bu düş ona nereden gelmiş kendisi de tam betimleyemiyor.

Eskiden kırlarda çobanlık yapan çocuklara, bir veli bade içirirdi bu ergenler aşık olur, saz çalar ezgi çığırırlardı.

Türkiye’deki evrilen gerçek nedir, sorusuna yaklaşıyorum.

Gerçeklik şudur ‘devran’ değişimi olmuştur.

O aşıklar yeni urbalarıyla sahne almışlardır.

Saz yerine çantalarına koydukları yazıları taşımaya ve onları dergiler üzerinden kamuya ulaştırmak için yollara düşmeye başlamışlardır. Şöyle bir sanrıya da kapılmışlardır bu aşıklar; toplum bu ürünleri ve onları birkaç yüzyıldır bekliyordur.

Artık sabır taşı çatlamıştır.. böyle bir sanrı işte.

Bunlar öyle birlerle, ikilerle açıklanır gibi değildir.

Onlarla, yüzlerle açıklanabilirler. Türkiye'deki insan kaynakları fokurduyor, kökten evrilme yaşıyordur Anadolu toprakları.

Bu satırların yazarı hiç unutmuyor. Rıza Zelyut Van’dan kalkıp İstanbul’a gelmiş, Yansıma Dergisi'ne ilettiği öyküleri konusunda bazı soruları yanıtlamış, yenilerini bırakıp gitmiştir.

Kayseri, Van’a göre daha yakın bir yerdir.

Sivas’ın Çepni Köyü’nde doğan ve öykü yazma konusunda ‘bade’ içen ve yazdıklarının kamuya sunulması gerektiğine kesin inanan Mehmet Güler sonunda şunu başarmıştır.

Yirmi sekiz yaşındadır ve usu başındadır.

Öyle Mecnun’um Leyla’mı gördüm diyecek bir tavır yoktur onda.

İki çocuğunu ve eşini de yanına alarak; ‘Ver elini İstanbul,’ demiştir. Neden?

İkinci soru burada yanıtını bulur. Yazarın genç bir adam olarak kentlerle, nasıl bir ilişkisi olur sorusunun yanıtını, gelecek yazıda burada izleyeceğiz. (SÜRECEK)

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 5 Nisan 2012, Stockholm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder